preloader

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım" Dediği Eserler

04.04.2023
Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım" Dediği Eserler

Yazı Boyutu:

Farklı disiplinlerden birçok sanatçıya aynı soruyu sorduk: “Keşke bu sanat eserini ben yapmış olsaydım dediğin eser hangisi ve neden?” İşte aldığımız yanıtlar…

Bir sanatçının kariyeri boyunca ilham aldığı, esinlendiği ya da bakarken iç geçirdiği bir eser mutlaka olmuştur. Gerek tarihten gerek güncel olsun sanatçıların hangi eserleri kendince bir fenomen haline getirdiğini bilmek sanatseverlerin dünyasında hep bir merak konusu. Biz de sanatçılara merak edilen bu soruyu sorduk ve en çok hangi sanat eserine hayran olduklarının yanıtlarını aldık.

Ardan Özmenoğlu

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Modigliani – Woman With Blue Eyes

Modigliani’nin ‘Woman With Blue Eyes’ resmini yapmak isterdim. Modigliani hayranıyım ve resimleri beni büyülüyor. Bütün resimlerinde gerçek aşkı anlatıyor gibi hissettiriyor belki de bu yüzden. Sanatçıya hayran olduğunuzda bence her resmine bayılıyorsunuz.

Arda Yalkın

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

AES+F – Inverso Mundus

Benim için bu eser AES+F’in ‘Inverso Mundus’ videosu. Ben sanat eğitimi almadım ve ilk ürettiğim görseller genellikle Motion Design işlerdi; reklamlar, müzik videoları ya da sahne görselleri gibi. Inverso Mundus benim bu köklerime dokunan muhteşem işçiliği, prodüksiyon kalitesi ve konusu nedeniyle hayran olduğum bir video. ha:ar’ın da zaman zaman kullandığı bir tür modern barok yorumu diyebileceğim bu eser bence bir klasik.

Ateş Alpar

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Francis Alÿs – Paradox of Praxis 1

Bu oldukça zor bir soru. Sanata ve hayata bakışımı şekillendiren pek çok sanatçı ve sanat eseri var. Bu sanatçılar arasında Francis Bacon, Jean-Michel Basquiat ve Francis Alÿs’in yeri benim için çok ayrı. Ben Alÿs ile sanatsal ve düşünsel yakınlığıma değinmek isterim. Bildiğiniz gibi, Alÿs video, resim, performans gibi farklı alanlarda üretim yapan bir sanatçı. Göç, sınır, toplumsal eşitsizlik, mülteci meselesi gibi güncel konuları tarihselleştirerek toplumsal hafızayı diri tutuyor. Bu konular benim de son dönemde üzerine düşündüğüm ve performanslarımda da izleri bulunan konular. Ayrıca Alÿs’in performanslarında yürüme eylemi ve sokaklar önemli bir yer tutuyor. Bu açıdan sanatçıyla düşünsel yakınlığım oldukça fazla. Benim sanat pratiğimde de mekân olarak sokak, eylem olarak yürüme kamusal alanın yeniden dönüştürülmesi bağlamında bilinçli tercihler. Dolayısıyla benim işlerim tarih yazımında görünmez kılınan toplumsal grupların harekete geçme potansiyelini hatırlatmaya çalışan mütevazı bir katkı, tıpkı Alÿs’in pratiği gibi. Alÿs’in katı ve özcü bir tarih anlayışı yok. Bilakis dinamik, dönüşüme açık ve akışkan. Sanatçının ‘Paradox of Praxis 1’ (1997) başlıklı ve beni çok etkileyen işinde olduğu gibi. Bu performansta sanatçı büyük bir buz kütlesini sokaklarda sürükleyerek eritiyor. Farklı biçimlerde okumaya açık performansı ben tarih ve bellek üzerinden okuyorum. Sanatçı buz kütlesini bazen eliyle bazen de ayağıyla itiyor. Tekdüze bir sokak hattı üzerinde değil, inişli çıkışlı, dar geniş, sakin ya da daha kalabalık yerlerden geçiyor. Hem geçtiği sokaklarda iz bırakıyor hem de bu izler bir süre sonra yok oluyor. Burada belki de aklımıza şu soru geliyor:“Gerçekten bir yok olma, izin silinmesi mümkün mü?

Yoksa geçilen her yerde o an görünmüyor olsa da izler kalıyor mu?

Ayşe Uluçay

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Kazimir Maleviç – Siyah Kare

Yapıldığı zamana dönüp Maleviç’in Siyah Kare’sini yapmış olmayı dilerdim. Bu eseri seçmiş olmamda Maleviç’in eserlerini ilk izlediğim gün yaşadığım duygunun da etkisi oldu. Resmin sonuna veya başlangıcına yorulabilecek eser; ’hiçbir şeyi’ temsil eden Siyah Kare’den, yalnızca bir boşluktan oluşuyor. Maleviç tek başına çalıştığı Süprematizm manifestosunda siyah karenin duyguyu, beyaz zeminin bir duygunun ötesinde bir boşluğu ifade ettiğini yazmış. Kendi eserlerimde de üzerinde durduğum boşluk olgusu ve Siyah Kare’de belki de ilk defa boşluğun bir resmin asıl konusu haline gelmiş olması bu eseri benim için anlamlı hale getiriyor.

Büşra Çeğil

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Michael Haneke- Amour

Haneke, acıları ciddiye alan bir yönetmen ve bunu sinemasında bazen insan olmanın şiddetli taraflarını gerçekçi bir tavırla ele alıp, yok saymadan, normalleştirmeden olanı olduğu gibi görmeyi göstermeyi seçiyor. Neredeyse tüm eserlerini hayranlıkla izledim. Acıya bir parçamız olamazmış gibi bakan eserleri de sanatçılarını da palyatif toplumun bir semptomu olarak görüyorum. Amour’u izlediğimde aşka ve insan olmaya dair en saklı korkularımı şiir gibi işlemesi beni sarsmıştı, evet izlediğim en sarsıcı filmdi. Sanat veya sanatçının iyi hissettirmesi beklentisinde olmadım hiçbir zaman bunu doğa ve diğer bazı şeylerden alabiliyorum. Sanatçının aklımı karıştıranına gözümden kaçanı yakalayanına çekiliyorum. Bu bağlamda Amour’da Haneke’nin zekasına ve ustalığına bir kez daha hayranlıkla karışık imrenmiştim.

Cansu Sönmez

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Jean Tinguely – New York İçin Ağıt

Tinguely’in 1960 yılında New York Modern Sanatlar Müzesi’nin bahçesinde gerçekleştirdiği, ‘New York İçin Ağıt’ adlı ‘happening’i gerçekleştirmiş olmayı dilerdim. Eserde hava balonu, bisiklet parçaları, eski bir piyano ve yanıcı malzemeler gibi farklı malzemelerin birlikte oluşturduğu bir yapı kurulmuştur. Elektrik verildiğinde ise kendini yok etmeye başlamış ve yarım saat içinde parçalara ayrılarak Moma’da yok olmuştur. Tinguely kendini yok eden makine için; “Beni büyüleyen, bir makinenin intihar etme fikri değil, onun o fani yönüne ait özgürlüğüydü – yani yaşam gibi ölümlü olan o hali. İşte bu, katedrallerin, çevremizi saran gökdelenlerin, müze fikrinin ve sabit sanat yapıtı içerisinde taşlaşmanın tam tersidir” demiştir. Sanatçı, müze gibi koruyan ve yüzyıllar boyu saklamayı hedefleyen bir mekâna, durağan sanatın içine bomba bırakmıştır. Tinguely, makineler yaratıp yok ederek sanatın sonsuza kadar varlık göstermesi gerekliliği algısına ve alınıp satılabilir haline başkaldırıda bulunmuştur. Bu tavrıyla da nesnenin değil “anlamın” kalıcılığına vurgu yapmıştır. Bir yandan da bu eser ile aklıma Mary Shelley’in Frankenstein romanı geliyor. İlk bilimkurgu ve distopya örneklerinden biri olan Frankenstein, dönemdeki -insan ve makine arasında temel bir farkın olmadığı- görüşünden esinlenerek yazılmıştır. Frankenstein’in korkutucu görünüşü başarısızlığı temsil eden yıkımın estetik görüntüsünü temsil etmektedir. Bana göre bu bağlamda Tinguely’in çarpık yapılarıyla benzeşiyor. Ayrıca roman, yaptıkları kendini aşan bilim insanının, insan denetiminden kurtulup ona tehdit oluşturan canavar temasını literatüre katmıştır. Tinguely’in yaptığıda benzer şekilde yarattıklarımızla donattığımız dünyada makinelerin ölümünü tattırmak gibi geliyor. Bugün yapay zeka dünyayı ele geçirir mi diye konuşuyoruz ve onu yaratan insanlık onu sevmeyecekse niye yarattı?

Derya Geylani Vuruşan

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Marcel Duchamp – Büyük Cam

Bir çağdaş cam sanatçısı olarak geçmişi bilip, sindirerek öğrenip onun ışığında eserlerimi üretiyorum. Malzeme kullanımı ile örnek aldığım ve beni zekası ile her seferinde şaşırtan Marcel Duchamp’ın, 1915-1923 tarihleri arasında Dadaist akımdan hareketle ortaya çıkardığı eseri Bekarları Tarafından Çırılçıplak Soyulan Gelin / Büyük Cam / The Large Glass eseri keşke bu sanat eserini “Ben yapmış olsaydım” dedirtiyor bana. Sebebi ise döneme camın bir sanat malzemesi olarak varlığını alışılagelmişin dışında bir kullanım ile göstermesi ve tabii ki eserin altında yatan her baktıkça farklılaşan anlam. Eser bir başka eser ile gizemlerini açıklığa kavuşturan ipuçları verdiği gibi alışılmış sanat malzemelerini kullanmayı reddediyor. Aynı zamanda izleyiciye rasyonel ve irrasyonel kavramlarını sorgulatan alaycı, döneme damga vuran kült bir eser.

Dilan Bozyel

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Salvador Dali – Belleğin Azmi

Salvador Dali’ nin ‘Belleğin Azmi / La persistència de la memòria’ isimli 1931 senesinde tamamladığı eserini ben üretmiş olmayı dilerdim. Tıpkı detaylı matematikli, gelecek şifreleri taşıyan, bilimsel açıdan da ele alınan bu eserin imgelerinin her biri üzerine hâlâ tartışmalar devam etmekte. Bu bir sanatçı için -hayatta olmasa bile- iç gıcıklayıcı bir durum; evet sanat eserleri, izleyicisini bu kadar düşündürtmeli! Dali’nin eriyen saatlerine yediği camembert peynirinden sonra karar vermiş -ya da ilham bulmuş olması- sanatçının hayatının her anında yaratıcılığın ne denli önemli olduğunu görüyoruz. Daha sonraları sürrealizmin en önemli ve en bilinen sembolüne dönüşen eriyen saatlerin bir peynirden yola çıktığını bilmek, Dali kadar olmasa da 2022’de İstanbul’dan bir sanatçının keyifle sanatına tutunması için bir sebep daha bence. Eserdeki amorfik insan yüzünün sonraki eserlerine de konu olması bir yana, karıncaların ölümü ve kadın üreme organlarını temsil etmesi ayrı bir hayranlık uyandıran betimleme. Kimi eleştirmenlere, sanat yorumcularına göre eriyen saatlerin zamanın insanlardan daha dirençsiz olduğuna dair yorumlar almış olsa da benim yorumumda zamanla ilgili Dali’nin büyük bir savaşı olmasından ötürü ortaya çıkmıştı. Ama peynirle ama şarapla bir şekilde bu “sıkıntısını” anlatmak istiyordu sanatında. Zamanı bükmekten çok öte bir anlama sahip olduğunu hissettiğim eriyen saat figürünün bir benzer yorumlamasını 2020 Mart ayında pandemi yasaklarının ortasında İstanbul Modern’de çevrimiçi gerçekleşen Pandemi Günlerinde Fotoğraf sergisinde kullanıp, Dali ile hayatın bu aşamasında buluşacakmışız meğer gibi bir hisle eserimi tamamlamıştım. Çünkü o dönem zamana dair bütün bildiklerimizi unutmuş, zamanın eriyişini/dağılışını herkes evlerinin içinde dünyada aynı anda yaşamıştık.

Ebru Döşekçi

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Anish Kapoor – Cloud Gate

Anish Kapoor’un Chicago’da sergilenen ‘Cloud Gate’ heykelini yapmış olmayı isterdim. Öncelikle milyonlarca insanı yanına çeken, etkileyen ve izleyici ile bu kadar interaktif bir ilişki kuran bir heykel dünyada çok az. Ayrıca yaratım sürecinin yanı sıra, teknik, malzeme, lojistik gibi konularda da olağanüstü bir başarı hikâyesi. Diğer taraftan, kamusal alanda birkaç milyon dolarlık bir heykeli belediyenin sipariş etmesi ve bunun arkasında durarak şehre bir artı değer katacağının düşünülmesi son derece cesur bir hareket.

Ece Eldek

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Ayşe Erkmen – Shipped Ships

Deutsche Bank, çeşitli ülkelerden sanatçıları davet ederek “Moment” başlığı altında sanat projesi önerileri istiyor. Ve sanatçılara “Öyle bir iş yapın ki, çok paramız var, çok imkânımız var, hayalinizdeki projeyi gerçekleştirmek istiyoruz” diyor. Ayşe Erkmen ise bu projeyle ‘Shipped Ships / Taşınan Gemiler’ isimli eserini yapıyor. Erkmen’in ‘Shipped Ships’ isimli işi şöyle; 2001 yılında Frankfurt şehrinin Main nehri üzerine, 3 ayrı ülkeden mürettebatıyla birlikte 3 yolcu vapuru gemilere yüklenerek taşınıyor.

Türkiye: İstanbul, İtalya: Venedik, Japonya: Şingu. Bu vapurlar Main nehri üzerinde kendi tarifeleriyle bilet keserek seferler düzenliyorlar. Nehri ulaşım için daha önce kullanmayan Frankfurt şehrinin insanları, 28 Nisan – 27 mayıs 2001 tarihleri arasında bu vapurlara binmeye başlıyorlar. Vapurlar sonra gemilere yüklenerek kendi ülkelerine geri dönüyorlar.

Şehir bir su kenti, nehri büyük, Frankfurt Am Main olan şehrin adında bile Main nehrinin ismi geçiyor fakat şehirde karayolu ulaşımı çok işlediği için, nehrin üzerinde işleyen bir vapur sistemine gerek duyulmamış. Bu işten sonra, vapurlara gösterilen yoğun ilgi nedeniyle, nehre bir vapur seferi koyulmaya başlanıyor. Tabii beni etkileyen işin şehre kazandırdıklarından yanı sıra, Ayşe Erkmen’in bu işinde kamusal alana büyük bir müdahalede bulunuyor olması. Sanatçının kendisi işin dışında kalarak, eserin kendisi ve şehrin insanları arasında organik bir ilişkiye dönüşen bir manevra bu. Hatta vapura binmeye gelenler için, bu bir sanat eseri olmaktan ziyade, gerçek bir deneyime dönüşüyor ve şehirde yaşayanlarla direkt temas ediyor. Sabah uykudan yeni uyanmış, nehrin kenarına gelen insanlar bu vapurları mürettebatlarıyla birlikte gördüklerinde hala rüyada olduklarını düşümünmüş olabilirler. Vapurlar ve mürettebatı ise; alışık oldukları düzenden, işleyişten, tanıdık insan temasından başka bir deneyim, bağlam içine giriyorlar.

Sanat izleyicisi sergi mekânlarına gittiğinde beğendiği bir eser karşısında şaşırabilir, ezberi bozulabilir. Bunu önemsiyorum. Fakat bu mekânların şehirde yaşayanlarla olan iletişimi, toplumun bütününe bakınca çok düşük. Bu epifani anını sadece küçük bir kitle yaşıyor. Ayşe Erkmen, bu işiyle çoğu kişinin ezberini bozdu. Böyle bir bütçeyle sanatçının kendi bağlamı içinde, neler yapacağı, neler yapabileceğim sorusunu bana durmadan sordurtuyor. Ya da bir sanatçının bu teklifi alması onu ne kadar özgür kılabilir, nereye kadar kendini sınırlar ya da sınırlamaz gibi sorular.

Enis Malik Duran

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Alan Sonfist – “Zaman Manzarası/Time Landscape”

Alan Sonfist’in “Zaman Manzarası/Time Landscape” çalışmasını gerçekleştirmiş olmayı isterdim. Özellikle aydınlanmadan günümüze uygarlığımızın gelişimi sürekli olarak geçmişe olan merakı ve kökleri muhafaza etmeye yönelik bir yaklaşımı da beraberinde getirdi. Müzeciliğin, arkeoloji alanının yaygınlık kazanması da tarihsel olarak endüstriyel ivmeyle paralellikler taşır. Zaman Manzarası çalışması geçip gideni, dönülemeyecek olanı, bu yönüyle de aslında ulaşılamayacak olanı göstermesi bakımından bir tür ütopyayı deneyimleme alanına benzer. Post hümanist bir yaklaşımla Manhattan’a, dünyanın en popüler kentine insan öncesi bir manzara alanı, bir anıt alan yaratıyorsunuz ve ağaca, ota, çiçeğe müdahale edilmediği bir eşitlik sahası kurguluyorsunuz. Bölgenin ekolojik hafızasını çağırıyorsunuz. Bence birçok açıdan oldukça etkili bir çalışma. Sonfist’in giderek hızlanan, değişen ve aidiyet duygusunun yitirildiği çağımızda bir zaman kapsülü, zaman manzarası yaratabilmesi bu çalışmayla özdeşlik kurmamı sağlıyor. Keşke İstanbul’da, Sonfist’e selam yollayarak, bu tür bir alan tasarlayabilsem diyorum.

Evren Erol

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Umberto Boccioni – Uzayda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri

1998 yılında Marmara Üniversitesi GSF Heykel bölümünde öğrenciliğimin ilk yılında, modelaj atölyesinde kilden bir figür yapmaya çalışıyordum. Üst sınıftan bir arkadaşım atölyeye geldi ve çalışmama bakıp “Boccioni’yi biliyor musun? Bakmanı tavsiye ederim” dedi. O gün öğrendim Umberto Boccioni’yi ve 1913 tarihli bu heykelini. “Uzayda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri” adını okuduğumda da, heykeli kitapta gördüğümde de etkilenmiştim. “Fütüristik Heykelciliğin Teknik Manifestosu” adlı bir eserde kaleme alan Boccioni, dinamizim merkezli nesne ve onun çevre ile ilişkisine odaklanmıştır.

Belki de bugün heykellerimde yakalamaya çalıştığım değişim, dönüşüm ve hareket algısını bu yapıta borçluyum. Aradan geçen 24 yılın ardından bende etkisi hiç değişmemiştir.

2018 yılında New York’ta Metropolitan Müzesi’nde ilk karşılaşmamda da uzun uzun izlediğimi hatırlarım.

Hande Şekerciler

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Jean-Baptiste Carpeaux – Ugolino and His Sons

The Met Museum’s bulunan ‘Ugolino and His sons’ isimli mermer heykeli ben yapmış olmayı çok isterdim. Bir ruh halini bu kadar iyi forma dönüştürebilen nadir eserlerden olduğunu düşünüyorum. Özellikle Ugolino’nun ayağındaki form detayı, eller, ellerin tenle olan temasının gerçekçiliği, başlı başına bir şaheser. Mermeri bu kadar gerçekçi bir güzellikte işlemiş olmaksa inanılmaz!

Melis Buyruk

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Jeff Koons – Poodle

Bu soru hakkında biraz fazla düşündüm. O kadar hayran olduğum sanatçı ve eser var ki sayabileceğim. Soruyu okuduğum ilk anda da şu an bu satırları yazarken de gözümün önünde tek bir eser var. Bir sanat eseri ile kurduğumuz ilişkinin hikâyeden, bağlamdan ne kadar bağımsız olduğunu ve ne kadar kalbi olduğunu bu sayede tekrar hatırladım.

Whitney Museum koleksiyonunda yer alan, Jeff Koons’ un 1991 yılında ürettiği ‘Poodle’ isimli ahşap heykeli bende bir çocuğun kalbinde de uyandırabileceğini düşündüğüm bir heyecan uyandırıyor. Sanat eseri gücünü bir çok farklı dinamikten alıyor olabilir ama Koons’un bir poodle’ın ruhuna çok hakim olarak yorumladığını düşünüyorum.

Onur Hastürk

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Hieronymus Bosch – Dünyevi Zevkler Bahçesi

Benim bu soruya yanıtım Hollandalı ressam Hieronymus Bosch’un 1503 ve 1504 yılları arasında yaptığı bir tablodur. Bir triptik olan ve ahşap üzerine yağlıboya ile yapılmış; Dünyevi Zevkler Bahçesi.

Bosh, ‘Dünyevi Zevkler Bahçesi’ ile çağının çok ötesinde hatta zamansız diyebileceğim bir eser meydana getirmiştir. Bu eser, yüzyıllardır sanatçılara ilham vermeye devam ettiği gibi beni de gördüğüm an cazibesiyle etkisi altına almıştı. Eserin hem sanatsal derinliği hem de zanaat marifetinin yüceliği beni tüm duyularımın ve duygularımın aynı anda uyarıldığı bir ‘dünyevi zevkler bahçesi’nin içine çekiyor. Açıkça söylemek gerekirse; buradaki dehanın, cesaretin, cazibenin, özgünlüğün, kabiliyetin ve davetkâr cüretkarlığın hayranlarındanım. Keşke bu eseri ben yapmış olsaydım.

Pınar Derin Gencer

Sanatçıların “Keşke Bunu Ben Yapmış Olsaydım

Hilma Af Klint – Starting Picture, Series VIII

Benim “Keşke ben yapsaydım” dediğim eser; Hilma Af Klint – Starting Picture, Series VIII, 1920’dir. Piet Mondrian, Wassily Kandinsky, Kazimir Malevich ile başladığı düşünülen Soyut Sanat, düşünülenin aksine bu isimlerden daha önce eserler üreten Hilma Af Klint’in öncüsü olduğu bir akımdır. Görünür olanın ötesine geçişindeki kendine has dili ile bağ kurduğum sıra dışı bir yabancıdır. “Altarpieces, Group X, 1915” ile “Starting Picture, Series VIII, 1920” eserleri arasında gidip geldiğim bir seçim süreci oldu. Döngüler ve sarmalların sadeliğinde, bana aydınlığı hissettirdiği için ‘Starting Picture, Series VIII, 1920’ “Keşke ben yapsaydım” dediğim eserdir.

Uğur Ugan
Uğur Ugan Tüm Yazıları