preloader

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine

29.06.2023
Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine

Yazı Boyutu:

Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi’nde sanatseverlerle buluşan ‘Böyle Rüyadaymış Gibi’ adlı serginin küratörü Derya Yücel ile soyut resim, Ferruh Başağa, sanat ve rüyalar üstüne konuştuk.

Bursa’da yer alan Nilüfer Belediyesi, Nâzım Hikmet Kültürevi’nde küratörlüğünü Derya Yücel’in üstlendiği ‘Böyle Rüyadaymış Gibi’ ve Meteor/Balat Kültürevi’nde Yekhan Pınarlıgil fikrinden yola çıkarak hazırlanan “İstikrarlı Hayaller” sergilerine ev sahipliği yapıyor. Derya Yücel’in küratörlüğünde gerçekleşen “Böyle Rüyadaymış Gibi” adlı sergide soyut resmin öncü isimlerinden Ferruh Başağa ve genç kuşaktan farklı disiplinlerde çalışan sanatçı Defne Tesal’ın işleri bir araya geliyor. Dual sergi, iki farklı jenerasyondan sanatçının yapıtlarına soyut resim ve rüyalar ekseninde bakma olanağı sağlıyor. Serginin küratörü Derya Yücel ile soyut resim, Ferruh Başağa, sanat ve rüyalar üstüne konuştuk. Sergiyi 10 Temmuz tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.

Klasik bir soruyla başlayacak olursak; “Böyle Rüyadaymış Gibi” sergisinin çıkış noktası nedir? 

Sergi, başlığını Balzac’ın “Seraphita” isimli romanında geçen şu cümleden alıyor: “Nasıl olup da böyle rüyadaymış gibi, görünenle görünmeyenin sınırında oturduklarını ve nasıl olup da görüneni göremediklerini, görünmeyeni ise görebildiklerini anlayamıyorlardı.” Bu bana hem soyut sanatı hem de rüyaları çağrıştırdı. Sergi, aynı zamanda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1952 yılında Ferruh Başağa sergisi üzerine yazdığı bir makalede geçen cümleden esinleniyor. “Ne görünüş ne realite vardır. Sadece renkler vardır” diyor Tanpınar. “Böyle Bir Rüyadaymış Gibi”nin çıkış noktası, “İki farklı kuşak sanatçının üretimlerini bir arada görmenin soyut sanatın imkânlarını, genişliğini ve sürecini gündeme getirmek dışında soyut sanatın bugünkü anlamı ve kavramsal dönüşümü üzerine de fikir verebilir mi?” sorusu oldu. Duo sergilerin etkisini önemsiyorum. Bu tür bir model, öncelikle sanatçıların kendi pratiklerine başka bir sanatçının gözünden bakabilmelerine alan açıyor. Farklı zamanda, farklı mekânda ve farklı sanatçıların ürettiği yapıtlar arasındaki ilişkileri ortaya çıkaracak ve izleyicinin de farklı bir perspektiften bu ilişkilere bakabilmesine imkân yaratacak şekilde bir kurgu yaratmaya çalışıyorum. İki sanatçının pratikleri arasındaki kesişmeleri, karşılaşmaları, zıtlıkları ya da aynı minvali paylaşma hâllerini ortaya çıkarmayı ve bunun sonuçlarını geliştirici buluyorum.

Bu sergide farklı kuşaktan, farklı sanat pratiğine sahip Ferruh Başağa ve Defne Tesal’ın işlerini yan yana getiriyorsunuz. İki sanatçının ayrıştığı ya da kesiştiği noktalar neler?

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine
Defne Tesal, “Mavi”; 2023

Ferruh Başağa bir söyleşisinde soyut sanatla kurduğu ilişkiyi şu cümlelerle tanımlıyor: “Soyut sanat, ressamın aklında şekillendirip yarattığı bir eserdir ve bu açıdan düşünceye ve akla dayanan çağımızı simgeler. Soyut sanatta bilinenleri taklit etmek yoktur, durağanlık yoktur. Ressamın düşüncesinde yarattığı biçim ve renkleri tuvale yansıtmasıyla ortaya çıkan aşırılık ve hareket çağımızın değişken ve dinamik yaşamına tümüyle uygundur.” Bu perspektifte sanatçının kendi dönemiyle, çağın gelişmeleri ile yaşam tarzlarının dönüşümü ve sanatın o günkü anlamıyla ilişkilendirdiği bir bağlam görürsünüz. İlk bakışta modernitenin tüm ütopyalarını kucaklayan bir geleceğin inşası ve buna olan inancı da duyumsarsınız. Açıkçası iki sanatçı arasında beni şaşırtan ve iki sanatçıyı bir araya getirme fikrimin doğmasındaki ilk detay buydu. Çünkü, Ferruh Başağa’nın bu perspektifi karşısında Defne’nin tam da kendi çağının baş döndürücü hızı karşısında yavaşlama arzusuna sahip, ütopyalara olan inancın yok olduğu günümüz dünyasının distopik gerçekliklerini durmadan deşmek yerine içe dönme dürtüsünün peşinde, hem yaşamsal/karakteristik hem sanatsal ritmindeki ağırbaşlılık bu döngüselliği de besliyor. Dolayısıyla, nasıl oluyor da sanatsal anlatım dilleri bu kadar birbirine yaklaşıyordu? Bu nedenle, tekrarlayacak olursam ister jenerasyon ister görüş ister düşünsel farklılıklar bu kadar derin olsun, Ferruh Başağa ve Defne Tesal arasında kurulabilecek ilk ortaklık, saf ve zorunlu olanı keşfetme arzusu olarak görülebilir. Benim için iki sanatçı da saf ifade yoluyla içeriği açığa çıkarmak için bilinçaltıyla mücadeleyi veya dansı temsil ediyor. Bu bakımdan soyutlama, bilme sürecinde gerekli olan bir yöntemdir. Ben de günümüz sanatının bir bilgi formu olduğunu düşünüyorum.

Soyut resmin önemli temsilcilerinden Ferruh Başağa’nın çalışmalarını görmek için bir fırsat bu sergi. Ferruh Başağa ve Naile Akıncı, Leopold Lévy ve Zeki Kocamemi’nin talebesi… Şu sıralar bu iki değerli sanatçının sergileri sanatseverlerle buluşuyor. Ferruh Başağa’yı özel kılan nedir?

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine
Ferruh Başağa; 2008

Ferruh Başağa, Cumhuriyet Dönemi Türk resmini kuran ressam kuşağının önemli sanatçılarından. “Yeniler Grubu” kurucularından, Yeniler daha sonra dağılsa da Başağa, İyem ve Karakaş’la birlikte 1950’de Asmalımescit, Beyoğlu’nda ilk özel resim kursu veren atölyeyi kurarak Tavanarası Ressamları grubunu da şekillendirmiş. Sanatçı, “Müstakil Ressamlar Derneği” üyelerinden, kimliklerini ve duyarlılıklarını, yerel kültürü daha çok yansıtan, eserlerinde bu coğrafyaya ait motiflerin kullanılmasını öngören bir sanatçı kuşağından… Ama aynı zamanda da toplumunun batılılaşma/yenileşme sürecinin, Batı Sanatı etkileşimiyle var olan akımları kendileriyle içselleştirip büyük bir gelişime doğru giriş yapmış bir kuşağın temsilcilerinden. Ferruh Başağa, Akademi’de Zeki Kocamemi, Nazmi Ziya Güran ve Léopold Lévy’nin öğrencisi olmuş. 1940 yılında birincilikle mezun olup Avrupa bursuna hak kazanmış ancak II. Dünya Savaşı nedeniyle gidememiş dolayısıyla kendi ve kendinden önceki kuşağın yararlandığı bu olanaktan yararlanamamış olmasına rağmen tamamen kişisel çabasıyla sanatsal anlatımını geliştirmiş. Yani dünya sanatını takip etmesinin mümkün olmadığı yıllarda sezgisel ve düşünsel olarak zamanın ruhunu yakalamış bir sanatçı. Figürlerin soyutlanarak lekeye dönüştüğü “Aşk” adlı yapıtı, 1949 yılında 10. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülü almış ve böylelikle ilk defa soyut resim Türk sanat tarihinde kurumsal anlamda kabul görmüş. Pratiğinde 1960’larla birlikte lekesel, 1980’lerden itibaren geometrik soyutun birleşimini sergilemiş. Ferruh Başağa’nın özgürlük resimleri olarak tanımladığı eserlerinde kuş, güvercin motiflerinin belirmesinde de özellikle 1970’li yıllar Türkiye’sinin sosyo-politik ortamı etkisi göz ardı edilemez. Sonraki dönem soyutlamalarındaki kavisli parçalanmalar, güvercinlerin kanat hareketlerini simgeleyen bir düzenleme olarak düşünülebilir. Işıltılı renkleri, ince, saydam boya katmanları, geometrik parçalanmalar ile resimlerindeki formların yelkenliler ve piramidal biçimli kolosal yapıları anımsatması da yine akademide vitray ve mozaik atölyelerinde yaptığı çalışmaların etkisi. “Ben artık gördüklerimin değil, düşüncelerimin resmini yapıyorum” diyor Başağa. Saf olanın peşine takılan, öngörülü, incelikli, rafine bir arayış bu.

Borges’in “Rüyalar bütün sanat dallarının temelidir” sözü sinemada, edebiyatta oldukça sık kullanılan bir metafor. ‘Böyle Rüyadaymış Gibi’nin adından hareketle, siz soyut resim ve rüyalar arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine

Soyut sanat, 20. yüzyıldan itibaren günümüz sanatsal düşüncesinde bir dönüm noktasına işaret etmişti. Soyut sanatın, teknoloji, bilim ve estetikle ilişkisi ötesinde ontolojik, felsefi ve mistik olanla yan yana konumu çok güçlü. Aslında görünene dair fenomenleri aşan tinsel bir gerçekliğe işaret etmekte. Jung, sanat yapıtlarını rüyaya benzetir çünkü soyut sanat tıpkı rüyalar gibi bütün açıklığına karşın kendini salt gerçeklikle ilişkisi üzerinden açıklayamaz. Rüyalar da olduğu gibi sanat yapıtının anlamını kavrayabilmek için sanatçıyı olduğu gibi bizi de şekillendirmesine izin vermemiz gerekir. Soyutlama hem görünür hem de görünmez bir dünya sunar. Tıpkı rüyalar gibi, sanat yapıtı da gören ve görünen arasındaki bir eşiktir. Rüyaların, nesnel ve gerçek dediğimiz bu dünyanın varlığından, gerçekliğinden hatta dünyaya ilişkin tüm bilgiden şüphelenmemizi sağladığı gibi, soyut sanat da sanatçıların daha varoluşsal ve felsefi bir çözümlemeye duydukları ifade arzusunu ortaya koyar.

Sergide yer alan işlerde mekânla kurulan bağ, renklerin uyumu, geometrik çizgiler izleyicide yalın bir estetik duygusu uyandırıyor. Kimi zaman hayal ve gerçek birbirine karışıyor. Yapıtların alımlayıcıda düşünsel anlamda nasıl bir karşılık bulmasını bekliyorsunuz?

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine

Sergi deneyiminin mekânla olan ilişkisi ve bağına inanıyorum. Bir resme belirli bir mesafeden bakarsınız, mekândaki espas, yüzey, doku ve renk o resmin algılanmasını etkiler, ya da üç boyutlu işlerin etrafından dolaşmak incelemek istersiniz, mekânın ışığı, kurgusu, sesi ya da izleyicinin bir eserle baş başa kalma hissiyatı hep mekânla ilişkilidir… Nasıl her bir sanat işinin fiziksel ihtiyaçları ya da izleyici ile etkileşimi kendine özgüyse ben de bir serginin bütününde bir anlam ve ifade içermesini önemsiyorum. Bir küratör olarak sergiyi sanki tek bir yapıt gibi kurgulamaya çalışırım. Bu nedenle hiçbir sergi kurgum diğerine benzemez. Her birinin kurgusu, ritmi ya da duygusu farklıdır… Sergi tasarımlarında izleyici algısının eserlerle etkileşim yaratacak biçimde düzenlenmesi ve mekânın dönüştürülmesiyle ilgiliyim. Tabi bu dönüştürme refleksi serginin amaç ve hedefleri üzerinden yorumlanmalı. Sergi mekânı hem merdivenlerden hem de asansörle gelinen giriş alanından itibaren izleyiciyi karşılayan ve ilk bakışta serginin neredeyse genelinin kavranabileceği ama adım attıkça detayların da izlenebileceği bir mimariye sahip. Bu mimari, iki sanatçının yan yanalıkları ile birlikte iki sanatçının pratiğinin de ayrı ayrı deneyimlenebileceği bir sergileme için oldukça uygundu. Soyut sanatta biçim verme, yalnız estetik bir anlamda değil aynı zamanda soyutlama mantığına hâkim ontolojik bir anlamda da anlaşılmalı. Sanatçı biçimlendirmede düşünce ile birlikte, nesnelerin kavramlaşmış özüne inmeye çalışır. Bu mekân kavramı için de geçerli. Dolayısıyla yine benzer bir refleksle içerikle ilişkili atmosfer yaratmaya ve serginin kurgusunda koşullar elverdiğince soyut bir mekân oluşturmaya çalıştım. Siyah ve geri planda kalan mekân renk alanlarından ve boşluklardan oluşmakta, yapıtlar da mekâna yeni uzamsal dinamikleri ve görsel gerilimleri dahil etmekte.

Tesal ve Başağa’nın işlerinin müziği olduğunu düşünüyorum, sizin bu konudaki fikriniz nedir?

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine

Marleau-Ponty’nin dediği gibi görünen dünya, bakış aracılığıyla içsel alana girer ve ardından da sanat yapıtının mekânına nüfuz eder. Tüm dünya bedenin mekânından geçerek belirginleşir ve oradan da yeniden eser aracılığıyla dünyaya karışarak görünür olur. Yani, soyut resim, hem gören hem de görünen olarak dünyanın yüzeyine tutunmuştur… Soyutlama, bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri arasındaki ilişkilerden herhangi birini tek başına ele alan zihinsel işlemdir. Soyut sanatın, renk, çizgi, kütle, ton değerlerine indirdiği biçim kompozisyonlarıyla resim anlayışını nesnel ve figüratif gerçeklikten ayırma işlemi çağın bilimsel gelişmelerine de paralellik gösterir. Bilimsel açıdan varlığın yani kozmosun temel ilkelerini makro ve mikro düzeyde tanımlama işlemine benzer yöntemler soyut sanat anlayışında da vardır. Müzik ve soyut sanat arasında analoji kurmanız oldukça isabetli. Çünkü müzik en temel ögesinden en karmaşık ögesine kadar matematiksel yapılar içerir. Matematik, akıl yürütme yoluyla, soyut varlıkların özelliklerini ve bunlar arasında kurulan bağıntıları inceler. Diziler, melodi, ritim, armoni gibi konulara uzanan müzik ögeleriyle matematiğin ilişkisi oldukça güçlüdür. Tesal ve Başağa’nın işlerinin müziği de geometrik biçimler, yatay, dikey ya da çapraz çizgiler, renklerin koyudan açığa kromatik geçişleri, kompozisyonda ritim, tekrar, döngü vb içerir. Müzikte olduğu gibi farklı tınılar ve titreşim yaratan bu etkiler hem Ferruh Başağa hem de Defne Tesal’ın üretimlerinde leitmotif olarak karşımıza çıkar.

“Böyle Rüyadaymış Gibi” ile eş zamanlı olarak, Meteor/Balat Kültürevi’nde, Yekhan Pınarlıgil fikrinden yola çıkarak hazırlanan “İstikrarlı Hayaller” adlı sergi de ziyarete açıldı. “İstikrarlı Hayaller”, bu sergiye göre, daha cümbüşlü. Nilüfer’in bahar sergilerini birleştiren nokta nedir? 

Küratör Derya Yücel ile 'Böyle Rüyadaymış Gibi' Sergisi Üzerine

Sevgili Yekhan’nın “İstikrarlı Hayaller” başlığını, ben de sergi önerimi ve başlığımı paylaştıktan sonra öğrendim. Özellikle yaratıcı alana yansıyan bir zamanın ruhu durumunu yani bir “zeitgeist” duygusunu bana hatırlattı. Bu kavram belirli bir dönemin ortak özelliğini gösterir, daha doğrusu bu özelliği gözümüzde canlandırmayı dener. Bende böyle iki farklı projeye, birbirinden habersiz şekilde verilmiş başlıkların temelde ortak bir duygudan çıktığını hissettim. Bugün büyük anlatıların ya da ütopyaların imkansızlığı ve geçersizliğini kavradığımız bir çağdayız. Gerçeklik dediğimiz nedir? Bundan ne anlıyoruz? Günümüz sanat pratikleri, işte o gerçekliğin yani politikanın ve sanatı icra etmenin kesiştiği bir nokta olarak karşımıza çıkar. Savaşlar, siyasi krizler, sosyo-ekonomik travmalar, göç, ekolojik yıkım hızla artarak dünya gündeminde aciliyeti olan olgular hâline geldi. Bu gerçeklik aynı zamanda yıkıcı ve korkutucu, tıpkı rüyalar ve kabuslar gibi… Diğer yandan sanat duygumuzu, hayal gücümüzü, düşlerimizi besleyip geleceğe dair bir umudu motive edebilir. Sanat, bir düşünme, hissetme, empati kurma ve özgürleşme alanı açabilir. Nilüfer’in bahar sergilerinin kesiştiği nokta tam da bu sanırım, geleceğe olan umudumuz.

Elif Hopyar
Elif Hopyar Tüm Yazıları