Film Anlatıcısı Mehmet Sindel ile Sinema Üzerine
Yazı Boyutu:
Film anlatıcısı Mehmet Sindel ile hayatı, film okumaları ve sinema sektörü üzerine sohbet ettik.
Mehmet Sindel
Öncelikle sizi biraz tanımak isteriz… Kurumsal hayattan bugüne kadarki yolculuğunuzu anlatır mısınız?
27 yıl kurumsal hayatın içindeydim. Üniversiteyi bitirdikten sonra direkt çalışma hayatına başladım. Birçok büyük ve uluslararası şirkette çalıştım. 27 yılın önemli bir kısmı yönetici olarak geçti. En son CEO pozisyonundaydım. 2 sene önce kurumsal hayat ile severek ayrıldık. John Lennon'ın sevdiğim bir sözü var; “Hayat sen plan yaparken başına gelenlerdir.” Bu yüzden ileriye dönük büyük planlar yapmamak lazım. İki yıldır başka bir varoluş yaşıyorum. Kurumsal hayattaki birikimlerin doğrultusunda farklı farklı işler yapıyorum ancak bugün konuşacağımız sinema, yaptığım işler arasında en büyük paya sahip.
Sinema, çocukluğumdan beri hayatımda çok önemli bir yer kaplıyor. Babam küçükken elimden tutup beni Suadiye sinemasına “İyi, Kötü, Çirkin”e götürdüğünden beri hayatımda sinema var. Bu film, hayatımda izlediğim ilk filmdi ve beni çok büyülemişti… Ben her zaman çok iyi bir film izleyicisi ve arşivci oldum. Daha teknoloji gelişmemişken, yurt dışından bavul bavul video kasetleri getirirdim. Bunun yanı sıra festivalleri kaçırmamaya dikkat ederdim. Sonra bu işin yavaş yavaş farklı bir boyutuna geçtim ve film okuma atölyelerine katıldım. Ardından dergilerde sinema üzerine yazmaya başladım. Arka Pencere dergisinde yazıyordum ancak maalesef dergi kapandı. Atlas Tarih dergisinde yazdım hâlâ daha yazıyorum. Bir taraftan çalışıp bir taraftan hobi olarak bu işleri yaparken, kurumsal hayattan ayrıldım ve sinema işiyle ciddi ciddi ilgilenmeye başladım. Yazı işleri arttı ve film okuma atölyeleri de düzenlemeye başladım. Pandemi öncesinde birçok mekânda dostlarla buluşup filmi beraber izliyorduk ardından ben filmin okumasını yapıyordum. Pandemiyle beraber, fişi prize takamayan biri olarak online platformları kullanmayı öğrendim. Böylelikle şehir dışındaki, yurt dışındaki ya da farklı sebeplerden kalkıp bir yere gelme sorunu olan herkese ulaşabilme fırsatı doğdu ve erişim arttı.
Geldiğimiz noktada, farklı içeriklerle hem bireysel hem kurumsal çerçevede sinema hocası oldum ve üniversitelerde ders vermeye başladım. Işık Üniversitesi’nde film okuma dersleri veriyorum, bireysel olarak film okumaları yapıyorum. Kurumların da çalışanlarıyla ilişkilerini yeniden düşünmeleri için çok önemli bir dönem. Daha kapsayıcı ve çalışanlarına daha yakın olması gereken bir süreç. O yüzden birçok firmada sinema kulüpleri koyduk. Her ay ilgilenen şirket çalışanlarıyla bir filmin okumasını yapıyoruz. İçerik olarak yalnızca film okumaları yapmıyoruz, aynı zamanda portreler diye bir kısım var. Portrelerde, bir sinema insanının mesela Stanley Kubrick’in hayatını, filmlerini, sanatsal imzalarını konuşuyoruz.
Aynı zamanda ben bir konuşmacıyım. Farklı içeriklerde konuşmacılık yapıyorum. Pazarlamadan davranış bilimlerine kadar ‘business’ alanında konuşuyorum ve tabii ki bunun yanı sıra sinema tarafında da hikâye anlatımı yapıyorum ve bir filmin nasıl izlenmesi gerektiğini anlatıyorum.
Çok şanslıyım ki sevdiğim işi meslek olarak yapıyorum. Bunun tadını çıkarmaya çalışıyorum ve her gün yeni şeyler öğreniyorum.
İzlediğimiz filmleri iyice sindirmek için kendimiz neler yapabiliriz?
Vakit sınırlı olduğu için izlenecek olan filmi iyi seçmek, mümkün olduğunca kaliteli filmler izlemek lazım. Artık her yerde eski veya yeni filmleri bulmak mümkün. Maalesef pandemiden dolayı yeni üretim çok az. Dolayısıyla bu süreç, dönüp eski klasik filmleri izlemek için iyi bir fırsat. Bir filmin bir kere izlenmesi gerektiği düşüncesi tamamen yanılgı. Nasıl ki bir kitap bir kere okunmazsa, iyi bir film de defalarca izlenebilir. Çünkü insan zaman geçtikçe değişiyor. Örneğin, ben Ingmar Bergman’ın Persona filminin okumasını yapıyorum. Filmin en önemli okumalarından bir tanesini, yedinci izleyişimde görebildim… Demek istediğim, seneler önce izlediğiniz iyi bir filmi, şimdiki bilginiz ve hayat görüşünüz ile tekrar izlemelisiniz.
Film okuma ve film analizinin bir kitabı yok. Bu işi yapmanın en güzel yolu, beraberce incelemekten geçiyor. Sinema okuması, yapa yapa öğrenilen bir şey. O yüzden sinemayla ilgilenen herkesi okumalara davet ediyorum.
Film okumasının bir tekniği, sinemanın bir dili, anlatım unsurları var; bunlar sinematografidir. Işık, kamera açısı, gölgeler… İkincisi ise kurgudur. Hangi sahne, hangi sahneden sonra geliyor? Hangi ses, hangi görüntüyle üst üste biniyor gibi kesme-biçmeyle yaratılan anlamlar var. Tabii bir semboller dünyası var. Filmlerin kendi içerisinde göndermeler dünyası var. Kullanılan müziğin anlamı ne? Bunlar hep sinemanın kendi iç mekanikleriyle kurulan anlamlar… İnsanlar, bunları zaman içerisinde öğreniyor ve baktıklarında bunları görmeye başlıyorlar.
{773492}
İşin bir de psikolojik felsefi, sosyolojik, mitolojik, feminist okuması var. Yani aslında film neyi anlatıyor, hangi meseleye dokunuyor? Bunları özümseyebilmek için sinema konusunda biraz okumak, çalışmak gerekiyor. Sinemayı doğru analiz etmek için filmin kendi içine ve metinler arası anlamına bakmak lazım. Yani birtakım kitaplara, tablolara, müzik eserlerine… Bunların hepsi ile beraber kurduğu anlamları bilmek lazım. Tabii ki dünyada ne olup bittiğine de hakim olmak gerek çünkü sinema hayat kadar geniş…
Peki sizin atölye çalışmalarınızda, baştan sona kadar okuma süreci nasıl işliyor?
Atölye çalışmasına gelmeden önce, katılımcılara filmi izlemelerini öneriyorum. Fakat bu gelmeden hemen önce izlemek anlamına gelmiyor, film yıllar önce de izlenmiş olabilir. Önemli olan film hakkında bir fikir sahibi olmak. Ben filmi durdurarak anlatıyorum, kesip biçiyorum. 10 dakika sonra olacak olay için katılımcıları önceden hazırlıyorum. Dolayısıyla bir filmi ilk kez izlemenin büyüsü gidiyor. Zoom’da bir araya geliyoruz. Ben filmin tamamını durdurarak anlatıyorum. Bazen soru soruyorum, üzerine tartışıyoruz. Bir filmin analizi yaklaşık 4-4 buçuk saat sürüyor. Anlatım kısmı bitince, sözü arkadaşlara bırakıyorum ve serbest tartışma yapıyoruz. Katılımcıların çoğu kalıcı olup yaptığımız birçok okumaya katılıyor. Film okumaları her yaşa hitap ediyor. Geçtiğimiz bir atölyeye; 17, 40, 65 yaşında aynı aileden 3 nesil katıldı.
Çok çalışıp okuyorum ve ayda bir yeni atölye çıkartıyorum. Atölyelerin yanı sıra portre çalışmaları ve tekrarlar yapıyoruz. Bir ayda 6-7 tane okuma mutlaka yapıyoruz. Bazen bir takım özel çalışmalar da düzenliyoruz. Örneğin, yakın zamanda Nuri bilge Ceylan sineması yaptık.
Film okumak bir ekip işidir ve benim çok gurur duyduğum bir ekibim var. Ekipte, bu işe çok yeni başlayan arkadaşlar, işin erbabı olanlar, felsefe profesörü, ünlü psikiyatristler, tiyatrocular, edebiyatla ilgilenenler var. Yani hem çok sağlam bir entelektüel grup hem çok gençler var. Gençlerden bazıları bana gönüllü asistanlık yapıyor ve beraber çalışıyoruz. Hem onlar bir şeyler öğrenmiş oluyor hem de beraber çalışmanın güzelliğini yaşıyoruz.
Film okumalarını online platforma taşımak, atölyeleri olumlu ya da olumsuz nasıl etkiledi?
Online platformlarda atölye yapmak, erişimi çok arttırdı. Virüsün Türkiye’de ilk kez görüldüğü gün, biz 35 kişilik bir grup ile küçük bir odada Fight Club’ın okumasını yapıyorduk. Kısıtlı yerden dolayı okumalara daha fazla kişi alamıyorduk ancak geçen gün Nuri Bilge Ceylan okumasında 95 kişiydik. Parasite okumasında 88 kişiydik. Amerika, Kanada, Dubai, Adana, Kıbrıs aklınıza neresi gelirse… Artık dünyanın farklı yerlerinden kişilere ulaşabiliyoruz. O yüzden atölyeleri online’a taşımak çok avantajlı. Dezavantajı ise bir tane; o da genelde benim için bir dezavantaj oluyor. Bu işi yaparken biraz duygu paylaşımı yapmak gerekiyor. Aynı odanın içerisindeyken insanlara göz göze bakıyoruz. Bir espri yapıyorum, karşı taraf gülüyor. Şimdi Zoom üzerinden gösterdiğim için herkesin mikrofonunu kapattırmak zorunda kalıyorum. Bir espri yaptığım zaman biliyorum karşı taraf gülüyor ama ben onları duyamıyorum. Bizim fıtratımızda göz göze, söz söze dokunma var. Tabii aralarda laf attığımda karşılık veriyorlar, çalışmanın tartışma kısmında ise mikrofonları açıyoruz ve herkes tartışmaya katılabiliyor ancak işin insani dokunma kısmı yine de eksik kalıyor.
Bu günlerde elbet geçecek ama sanıyorum geçtikten sonra da bu online düzen devam edecek. Kurumsal tarafta bankalarla çok çalışıyorum. Önceden akşamları bankalara gidiyordum ve orada film okuması yapıyorduk. Ancak herkes bu düzeninin rahatlığını gördü. Sabahtan akşama kadar çalıştıktan sonra evin konforunda atölyeye katılmak, insanlara pandemi sonrasında da daha cazip gelecek diye düşünüyorum.
{773399}
Artık pek çok dijital platform sayesinde evimizin konforunda pek çok filme rahatça erişebiliyoruz. Bu platformlar izleyici alışkanlıklarını ve sinemayı nasıl etkiliyor?
Bir yandan platformlarda ne varsa onu seyredeyim diyen bir kitle de var, bir yandan da izleyeceğinin peşine düşen sinemasever ve bilinçli bir kitle… Bu kitle platform bağımlısı değil. Sinemaya çok fazla ilgisi olmayan ve zaman ayırmayanlarsa daha çok platformlar tarafından yönlendiriliyor, platformlarda ne varsa onları izliyor. Bir iki tane platforma bağımlı kalmamak, alternatiflere de bakmak lazım. Bazıları auteur ve dünya sinemalarından çok güzel filmler gösteriyor. Tabii her platformun içerisinde çok iyi filmler var, biraz seçici olmalıyız. Örneğin Roma bir Netflix filmi ve ben hep film okumalarına Roma ile başlarım.
Ben bir yönetmeni enine boyuna izlemeyi seviyorum. Mesela Nuri Bilge Ceylan sinemasını anlatacağım için önceden izlediğim bütün filmlerini yani 9 filmi dört günde tekrar izledim, biliyorsunuz son filmleri 3 buçuk saat… Ancak üst üste bu filmleri izlemek o kadar güzel oldu ki, araya zaman girdiğinde kaçırdığım bağları, bağlantıları ve ortak temaları yakalayabildim. Sizlerin de bunu yapmasını tavsiye ederim. Mesela, Andrey Tarkovski filmlerini, Ingmar Bergman’ın klasiklerini veya Kubrick’in filmlerini arka arkaya izlemek gibi kendinize maratonlar yapabilirsiniz. Bunun yanı sıra belirli bir türde de film maratonları yapılabilir; bilim kurgu klasiklerini 15 günde izlemek gibi. Karşılaştırmalı düşünme, bağlar kurma üzerinden anlam yaratmak ve sentezlemek çok önemli bir entelektüel faaliyettir.
Dünya ile kıyasladığınızda Türkiye’deki sinema sektörünü nerede görüyorsunuz?
Türk sineması önemli bir sinema. Türk sinemasının Rus sinemasına göre şöyle bir handikapı var; aynı dönemlerde devrimlerimizi yaptık. Sovyetler, sinemanın ne kadar önemli bir propaganda ve ideoloji aracı olduğunu biliyordu. Lenin bu yüzden; “Sinema, bizim için en önemli sanattır” demiş. Türkiye Cumhuriyeti bunu biraz ıskaladı. Bizim sinemamız devlet destekli bir sinema değil. Metin Erksanların neler çektiğine bakarsak, devlete rağmen sinema yapıldığını görebiliriz. Fakat geldiğimiz noktada; Nuri Bilge Ceylan, Emin Alper gibi yaşayan büyük auteur yönetmenlere sahibiz. Türk sineması iyi bir yerde ve iyi bir potansiyeli var. Dünya sineması içerisinde çok saygın; Berlin’de, Cannes’da ödüller kazanan yönetmenlerimiz var.
Sinemada en önemli konu, para. Tabii ki parasız da iyi film yapılıyor. Örneğin, Emin Alper’in ilk filmi Tepenin Ardı; üç kuruş parayla yapılmış müthiş bir film ama bu bir istisna. Para konusu, işin en zor tarafı. Teknik tarafta, görüntü yönetmenlerinden senaristlere çok sağlam bir ekip var. Türkiye’nin çok önemli bir seyirci problemi var. Toplumsal olarak müthiş bir kültürel çöl oldu Türkiye. Bizim kabiledeki kitap okuma oranı, film seyretme oranı, sinemaya gitme oranı çok düşük. Birtakım sergiler düzenleniyor. Buralarda cep telefonları toplansa ve Instagram’da paylaşmayın dense kimse bu sergilere gitmez. Film festivaline gitme oranı iyi ancak aynı film sinemaya geldiğinde, salondaki kişi sayısı çok az oluyor.
Türk sinemasının iki önemli sorunu var; birincisi izleyici, ikincisi yorumcu ve yazar. 20-30 yıl önce sinema yazanlarla karşılaştırdığımızda şu an iyi yorumcu ve yazar sayısı çok düşük. Sinemayı anlamak için sadece film izlemek yetmiyor. Sosyoloji, psikoloji, tarih, felsefe, mitoloji okumak gerekiyor. Maalesef burada eksiklikler var. Türk sinema endüstrisinde, filmi yapanların izleyenlerden ve yazanlardan daha önde olduğunu düşünüyorum. Fakat Türk sineması, dünyada takdir edilen bir sinemadır. Yılmaz Güney, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Emin Alper, Metin Erksan, Atıf Yılmaz gibi büyük ustalarımız var.
{771828}
Sizin için gelmiş geçmiş en iyi film hangisi?
Ben bunu, en sevdiğim ve en iyi film olarak ikiye ayırıyorum. İkisi de öznel ama kendi içimde değerlendirirken en iyi film dediğim şeye mümkün olduğunca nesnel bakmaya çalışıyorum. En sevdiğimi ise bana en çok hitap eden, bana en çok dokunan olarak ele alıyorum. Benim en sevdiğim film -ki film okumalarına da onunla başlamıştım- Krzysztof Kieślowski’nin Üç Renk üçlemesinin Mavi’sidir.
Bence dünyanın gelmiş geçmiş en iyi filmi -ki onun da okumasını yapıyorum- Ingmar Bergman’ın Persona’sıdır. Çünkü çok farklı katmanı vardır, çok farklı sularda yüzer, hiçbiri birbirine karışmaz, hiçbiri birbiriyle çatışmaz, hepsi birbirine katkıda bulunur. 77 dakikalık filmde gözünüzün önünde çok şey gizlidir, bakmazsanız göremezsiniz. Derinliği vardır ama şifreli değildir, yani rehberle okunması gerekmez.
Favori yönetmen ve oyuncularınızı sorsak…
Yönetmeni cevaplamak daha kolay çünkü ben yönetmen sineması tarafındayım. Birçok yönetmene göre oyuncu bir unsurdur sadece. Benim sinema tanrım; Ingmar Bergman’dır. Tabii ki çok önemli başka yönetmenler var; Krzysztof Kieślowski, Stanley Kubrick, Akira Kurosawa ve bence yaşayan en büyük auteur yönetmenlerden Micheal Haneke gibi. Bir taraftan Parasite filminin yönetmeni Bong Joon-Ho ve Türk sinemasından Nuri Bilge Ceylan’ı söylemeden geçemem. Amerika’da yeni çıkan yetenekler var, mahşerin üç atlısı diyorum ben onlara; Ari Aster, Robert Eggers ve Jordan Peele.
Oyuncularda ise There Will Be Blood’da oynayan Daniel Day-Lewis yaşayan en büyük oyunculardan bir tanesi. Marlon Brando’yu çok önemserim. Sadece bir oyuncu değil, gerçek bir aktivist, sanatçı sorumluluğun peşine düşen bir adam. Ana akım sinemanın içerisine bakıldığında, izlemekten keyif aldığım çok fazla usta var; Al Pacino, Jack Nicholson gibi…
Dediğim gibi ben daha çok yönetmen tarafındayım. Çok şansızız ki yeni bir Bergman ya da Tarkovski filmi izlemeyeceğiz. Öte yandan hâlâ yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmi, bir Bong Joon-Ho filmi geleceği için şanslıyız. Umarım bir sürpriz yapıp Haneke de yeni bir film çeker ve son kez onu da izleriz.
Editörün Notu: Mehmet Sindel’in film okumalarına aşağıdaki iletişim bilgileriyle kayıt olabilirsiniz;
Telefon: 05336924388
E-mail adresi: [email protected]
Instagram: @sindel_memet
Mehmet Sindel Kimdir?
Mehmet Sindel, Atlas Tarih ve Arka Pencere dergilerinde sinema yazarlığı yaptı, yapıyor. Işık Üniversitesi'nde Sinema/TV bölümünde Film Okuma dersleri veriyor. Bireysel ve kurumsal katılımlı film okuma atölyeleri düzenliyor. Sinema üzerine keynotelar veriyor. Çok film izliyor, çok film düşünüyor. Filmlerle yaşıyor.