212 Photography Istanbul 2023 Sanatçıları ile Festival Üzerine
Yazı Boyutu:
Fotoğrafın yanı sıra pek çok farklı disipline yer veren 212 Photography Istanbul 2023 kapsamında eserlerini izleyicilerle buluşturan sanatçılarla bir araya geldik.
Fotoğrafın yanı sıra pek çok farklı disipline yer veren 212 Photography Istanbul, altıncı senesinde sanatseverlerle yeniden bir araya geliyor. 212 Photography Istanbul kapsamında, 5 – 15 Ekim 2023 tarihleri arasında İstanbul’un 20’ye yakın farklı noktasında eserlerini sanatseverler ile buluşturan sanatçılarla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Annelie Vandendael
“Bana en çok ilham veren şey, modelimle fotoğraf çekerken aynı anı, aynı atmosferi paylaşma hissi…“
212 Photography Istanbul’da sergilenen çalışmalarınızın hikâyelerini anlatır mısınız?
Birkaç yıl önce, güzel olarak kabul edilen kavramları yeniden tanımlayarak, kadın güzelliğinin nasıl temsil edilebileceğini yeniden düşünmeye başladım. O zamanlar birçok dergide kadınların mükemmel, güzel ve ince olmaları gerekiyordu. Çok manipüle edilmiş görüntülerden hoşlanmıyorum! Benim kişisel hedefim, insanların gerçekten sahip oldukları güzellikleri, doğal varoluş biçimlerini göstermek. İnsan formunu bir nesne olarak değil, doğal bir öğe olarak kullanıyorum. İnsan vücudunun otantik hali kendi adına konuşuyor, yüzler gereksiz bir engel yaratıyor. Kişilikler, pozlar, manzaralar veya renkler aracılığıyla ortaya çıkıyor.
Çalışmalarınız üzerine odaklanırken ilham kaynağınız ne oldu?
Sanırım birçok şey bana ilham veriyor, bu aslında işimdeki en önemli şeylerden biri. Birçok sanatçının çalışmasında olduğu gibi… Bir fotoğrafın benim için başlangıcı bir kitaptaki bir cümleden, bir kelimeden ilham aldığım an oluyor. Belki de bir filmin bana o duyguyu ve fikri veren birkaç saniyesi. Bazen ikinci el mağazasında keşfettiğim bir mayo bile ilham kaynağı olabilir. İlham, kızıma geceleri okuduğum bir hikâyeden, kitaptaki güzel çizimlerden de gelebilir. İlham, arkadaşlarımla seyahat ederken geçtiğimiz ve çektiğim bir nesnenin rengi olabilir. İlham, belirli bir yerin kokusu, bir anı olabilir. Ama sonunda bana en çok ilham veren şey, modelimle resim çekerken aynı anı, aynı atmosferi paylaşma hissi yani iletişim.
Çalışmalarınızdaki ışıklandırma, kompozisyon veya diğer görsel unsurlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Kişisel çalışmalarım için çekim yaparken her zaman doğal ışıkla çekim yapıyorum. Sanırım benim için en ilgi çekici ışık bu. Kompozisyonlarla oynamayı seviyorum, bazen en çılgın yerlerde/manzaralarda oluyoruz ve sonunda gökyüzünü çekiyorum çünkü o an en iyi açının bu olduğunu düşünüyorum. Hasselblad’ın kare formatı da benim çalışmalarımda ve çekim şeklimde çok önemli bir şey…
Çalışmalarınızı oluştururken yaşadığınız zorluklar veya ilginç anılar var mıydı?
Pek çok anı ve daha da fazla zorluk var. Sık sık evimden çok uzaklara seyahat ediyorum, farklı bir ülkeye seyahat etmek özel bir duygu ve ilham verici. Bazen belirli bir fotoğrafı çekmek istediğiniz yerde yalnızca birkaç gününüz oluyor ve havanın güzel olmasını umuyorsunuz.
Ayrıca sık sık hayvanlarla da çekim yapıyorum ki bu çok ilginç ama bir o kadar da zorlayıcı… Çok sabırlı olmanız, güven vermeniz ve modelin de rahat olduğundan emin olmanız gerekiyor. Günün sonunda model ile hayvan arasındaki o ilişkiyi görmeye başlıyorsunuz ve bu çok güzel. Bir gün zürafalarla Kenya’da çekim yapıyorduk. Zürafa modeli görmedi ve boynunu çevirdi, model duvardan düştü ama şans eseri zarar görmedi ve devam etmeyi başardı. Başka bir sefer, Sri Lanka’da fillerle çekim yapıyorduk ve modelimden bir bacağını diğerinin önüne koymasını istedim ve tam o anda fil de aynı pozu verdi. Bu anlar çok özel.
İzleyicilerin çalışmalarınızı gördüklerinde nasıl bir tepki vermesini umuyorsunuz?
Umarım hayatlarına biraz neşe, güzel bir his ve bir gülümseme katabilirim. Benim için en önemli şey bu!
Arek Qadrra
“Kafamızda kurguladığımız macera, duyumsadıklarımızla ne kadar ilgilidir?“
212 Photography İstanbul’da sergilenen çalışmalarınızın hikâyelerini anlatır mısınız?
“Journey N1” adlı çalışmamda olası bir hikâyenin ve belirli öğelerin kurgusal birlikteliğini ortaya koyuyorum. Burada kesin bir hikâye yok. Hikâyenin bilinmezliği, nesnelerin birbirleri ve hikâye örgüsüyle ne gibi bir ilişkisi olduğunu saklı tutmakta. Bilim-kurgusal bir üslupla, bir hikâyenin dönüm noktasının ardından beliren çözülme anı, ani bir sessizlik, bilinmezlik ve belki de tedirginlik halini sanal ve gerçek kavramlarıyla, nesnenin maddeselliğinin ne olduğu ekseninde sorguluyorum. Çalışmayı deneyimleyenin imgeleminde yeniden kurgulanan hikaye, başlangıcının ve sonunun bilinmezliğiyle döngüler halinde yeniden, olası varyasyonlarla izleyicinin zihninde yeniden yaratılmayı bekliyor. Bir bulut, bir macera kitabındaki betimlemeyi, gerçek dünyanın bir bileşenini, kim bilir belki de dijital bulut sistemlerini simgelemektedir. Ekranda oynayan animasyonun öğeleri üç boyutlu gerçek uzama gerçek nesnelerle yayılmaya başlayınca, olayı hangi evrende yaşadığımızı sorgulayabilir. Çalışmaya kafamda cevabını aradığım bir takım sorularla başladım. Yaratılan kurguyu, animasyonda salınan nesneleri, mekanın zeminine konumlanmış objeleri duyumsayabiliyorsak, gerçek olan nedir? Kafamızda kurguladığımız macera, duyumsadıklarımızla ne kadar ilgilidir? Bilim-kurgu ve hikâye anlatıcılığı arasında ne gibi bir ilişki var? Bilim-kurgu imaj ve obje arasında ne gibi bir ilişkinin tartışılmasını mümkün kıldı?
Çalışmalarınız üzerine odaklanırken ilham kaynağınız ne oldu?
Çalışmalarım üzerine odaklanırken bilim, sanat ve felsefe yaptığım işe derinlik katıyor. Doğrusu, sergilediğim bu çalışma çeşitli disiplinlerden beslenen ve harika örnekler vererek bunları bir potada eritebilmeyi başarmış bilim-kurgudan yola çıkıyor. Bilim-kurgu türünün romanlar, filmler, afişler gibi verimli örneklerinde gördüğümüz üzere alakasız görünebilecek birçok şeyi birbiriyle ilişkiye soktuğunda yaratıcı dünyalara kapı aralıyorsunuz. Bunu hikâye anlatımının sınırsız potansiyeliyle gerçekleştirdiğinde ise kendi lirik özgünlüğüne kavuşuyor. Beni yeni dünyalar üzerinde sürekli düşünmeye iten de bu oldu. Birçok bilim kurgu türüyle ilgilensem de sergiye referans olan ve hepimizin hayatına çocukluk dönemlerinden girmiş Jules Verne evrenleri ve hikaye örgüsü belirli noktalarda ilham kaynağım oldu. Kullandığım nesneler okuduğum bilim-kurgusal romanları düşündüğümde aklımda belirenlerden sadece birkaçı. Eseri tamamlarken aklımda, yaratıcılığımızı görünür olan dünyanın sınırlarından dışarı taşırmayı başarmış örnekler olarak bilim-kurgu başyapıtları, hikâye anlatıcılığı ve gerçeklik kavramı arasındaki ilişki oldu.
Çalışmalarınızı oluştururken yaşadığınız zorluklar veya ilginç anılar var mıydı?
Şu sıralar sanal ve gerçek kavramının ne olduğu hakkında kafa yoruyorum. Zaman, mekân ve bellek gibi kavramları düşünmeden de bu imkânsız. Bu konuyla ilgili birçok teori mevcut ancak öznel olarak kendi pratiğimde nesneler, sesler ve imajlarla çalışıp sanat olarak düşünmeye ve çalışmaya başladıkça sınırları belirsiz bir ağ sisteminin içine sürüklendiğinizi hissediyorsunuz. Eserdeki nesneler ve ekranda döngü halinde oynayan animasyon arasındaki ilişki de bana gerçeğin sınırlarını düşündürüyor. TV duyumsayabildiğim bir nesne, izlediğim video tam da orada sürekli bir döngüde ekranda oynamakta, bulut ve yerleştirilmiş nesneler ekrandan dışarı taşan bir gerçeklik sanki. Gerçek diye kabul ettiğimiz şeyler bilim-kurguda bir süre sonra anlam dünyamızın dışına çıkmamız ve yeni olasılıkları düşünmemiz için bizi zorluyor. Bu çalışmayı gerçekleştirirken hikaye anlatımını, hikayede gerçek ve kurgusal unsurlar arasında ne gibi ilişkiler olduğunu düşünüyordum. Animasyonda ve gerçek mekanda hangi objeleri seçerek yerleştireceğimi düşünürken bir süre sonra hangisinin ne türden bir temsil kavramı üzerinden var olduğunu düşünmek en ilginç anlardan biriydi.
İzleyicilerin çalışmalarınızı gördüklerinde nasıl bir tepki vermesini umuyorsunuz?
Eseri sergilemek için çalışmalara başladığım günden beri bu işin bir olay mahalini temsil ettiği hissine kapıldım. Sanat pratiğime yansıyan anlamsal ve kavramsal temellerin yanı sıra bilim-kurgusal bir betimlemeye dönüşen eser bir hikayenin çözülme anını ortaya koyduğu kanısına vardım. Bu çalışmayı deneyimleyenlerin öncesini ve sonrasını kendi hayal güçlerinde yeniden yaratacakları bir hikayeyi kendi zihinlerinde canlandıracaklarını düşünüyorum. İlk anda ortada anlaşılmaz bir durum varmış gibi gelse de eserin etrafında dolandıkça, uzaktan ve yakından gözlemeye devam eden izleyicilerin kendi anlam dünyalarını, öznel hikayelerini yaratacaklarını öngörüyorum. Belki de bir maceranın yaşandığı ve ardından dingin bir sessizliğin hüküm sürdüğü ana tanıklık eden ziyaretçiler ‘ekrandaki gerçeklik’ ve dış dünyanın fenomenleri arasında ne gibi bir ilişki olabileceğini çözmeye çalışırken bir dedektif gibi kendi hayal güçlerinin gizemini çözecekler.
Can Memişoğulları
“Seyircinin ilk andaki tepkisiyle değil de deneyimlerinin sonuna doğru ve mekândan çıktıktan sonraki hisleriyle daha çok ilgileniyorum.“
212 Photography’de sergilenen çalışmalarınızın hikâyelerini anlatır mısınız?
“KOR” benim 212 Photography Istanbul’un siparişi üzerine Saint Benoit Kilisesi’ne özel olarak ürettiğim bir iş. 212 Photography Istanbul tarafından bana verilen konsept Jules Verne ve yanardağlar oldu. Ben de bunun üzerinden nasıl bir görsel yapı üzerine çalışacağımı düşünerek kavramsal yapısını oluşturmaya başladım. Dünyanın Merkezine Yolculuk‘u okuduktan ve yanardağların ekoloji ve medeniyet tarihindeki yerini inceledikten sonra yaşam için ne kadar büyük bir ikilem yarattıklarını gördüm. Yıkıcı güçlerine rağmen yaşamın onlara muhtaç olması üzerinden bir konsept oluşturdum. Detaylı eser metnini aşağıda bulabilirsiniz.
Tarih boyunca insanların ilahi fikirler adadığı yanardağlar, patlamalarıyla yalnızca yıkıma sebep olmaz, dünyanın merkezinden getirdiği minerallerle toprağı bereketlendirir. Yıkıcı gücünün getirdiği riske rağmen toprağa getirdiği bereket dolasıyla insanlar medeniyetlerini yanardağlar etrafına kurmaya devam etmiş, yapılarını yanardağ külleriyle güçlendirilmiş betonlarla inşa etmişlerdir. İki uç noktayı bir araya getiren döngüleriyle yanardağlar, dünyanın en görkemli unsurlarından biri olarak konumlanır.
“Kor”, Jules Verne’in Dünyanın Merkezine Yolculuk kitabındaki karakterlerin merkezine indiği çıktığı veya altından geçtiği yanardağları hem püskürme biçimleri hem de antropolojik açıdan inceleyen görsel-işitsel bir enstalasyondur. Bu yanardağların beton bir yapının içerisinde devinimini gösteren eser, yanardağların yeryüzü, gökyüzü, su ve medeniyetle olan ilişkisini deşer.
Metodoloji: Püskürme biçimleri incelenen yanardağların 3B modelleri NASA tarafından Açık-Kaynak kodlu olarak sağlanan STRM datalarıyla elde edilmiştir.
Çalışmalarınız üzerine odaklanırken ilham kaynağınız ne oldu?
Tabii ki en büyük ilham kaynağım Jules Verne oldu. Fakat onun dışında özellikle yanardağları incelerken izlediğim belgesellerin ve video makalelerin de isimlerini vermemde yarar olacak: “Into the Inferno” (Werner Herzog), “Witness the Volcanoes of Hawaii” (National Geographic), “Getting Buried In Concrete To Explain How It Works”, “The Missunderstood Concept in Phsyics” (Veritasium Youtube Channel).
Çalışmalarınızdaki ışıklandırma, kompozisyon veya diğer görsel unsurları hakkında bilgi verebilir misiniz?
Yaklaşık 5 yıllık bir fotoğrafçılık geçmişim var. Bilgisayarda görsel üretirken bunun çokça faydasını görüyorum. Fotoğraf çekerken çalıştığım bütün kompozisyon ve ışıklandırma tekniklerini kolayca bilgisayarda oluşturduğum görsel dünyada uygulayabiliyorum. Genellikle bilgisayarda 3 boyutlu çalışmayı tercih ediyorum. Bu sayede kompozisyonu ve ışıklandırmayı dilediğim gibi ayarlayıp materyal ve objeleri anlatmak istediğim hikâyeye göre oluşturabiliyorum.
Çalışmalarınızı oluştururken yaşadığınız zorluklar veya ilginç anılar var mıydı?
Açıkçası dağları nasıl bir çerçeve içerisinde sunacağım konusunda oldukça zorlandım. İlk başta sabit bir kamera düşünüyordum ve bütün volkanları aynı anda görecektik. Fakat zaman içinde bu 3B dünyanın içinde bir çerçeve yaratmayı, dağları bunun içine yerleştirmenin ve gezen bir kamerayla bu anlatıya şahit olmanın daha doğru bir karar olduğunu anladım. Daha çok bir macera içindeymişiz hissi de yaratıp mekâna da bir hareket getirdi ki benim için Jules Verne kitaplarının en temel özelliklerinden biri budur.
İzleyicilerin çalışmalarınızı gördüklerinde nasıl bir tepki vermesini umuyorsunuz?
Seyircinin ilk andaki tepkisiyle değil de deneyimlerinin sonuna doğru ve mekândan çıktıktan sonraki hisleriyle daha çok ilgileniyorum. Merak, düşünce ve yorumlama isteği bıraktıysam beni çokça mutlu ediyor.
Cihan Bacak
“En ilginci yapay zekâ platformlarına gelen güncellemelerle beraber artık bazı görselleri fotoğraftan ayırmak zorlaşıyor ve insanları buna inandırmak gerekiyor.”
212 Photography Istanbul’da sergilenen çalışmalarınızın hikâyelerini anlatır mısınız?
Sergilenen eserler “Muscular Theology” isimli yapay zekâyla üretilmiş serinin parçaları. Seri ismini Hıristiyanlık tarihinde ibadetlerinin bir parçası olarak bedenlerine son derece iyi bakan ve geliştiren bir gruptan alıyor. Ben de son 2 yılda spor salonunda hayatımda hiç geçirmediğim kadar vakit geçirdim ve beden gelişimi, spor salonundaki erkeklik halleri zihnimde çok yer etti ve bu noktada yapay zekâ devreye girerek kayıt ettiğim anları canlandırarak üzerlerinde oynama fırsatı doğdu.
Çalışmalarınız üzerine odaklanırken ilham kaynağınız ne oldu?
Erkek bedeni. Sözün ettiğim süreçten önce hiçbir zaman sporla içli dışlı olmamıştım ama bu süre zarfında tüm algım değişti. Beden geliştiren insanlara saygım ve ilgim çok arttı ve etrafımdaki insanlar da o şekilde. Öyle ki o topluluğun bir parçası olmak istedim. Ve bana her şekilde ilham verdiler; farkında olarak ya da olmayarak. Kafamdakilerin hepsini fotoğraflayabilmem pek çok sebepten imkânsızdı ama Midjourney (Yapay zekâ görsellerini ürettiğim platform) bunu mümkün kıldı ve bir adım da ileri taşıdı. Bu fantezi dünyasını yarattım. Gerçeklerden ilhamla, üzerine biraz popüler kültür referansları ekleyerek…
Çalışmalarınızdaki ışıklandırma, kompozisyon veya diğer görsel unsurları hakkında bilgi verebilir misiniz?
Görsel dili sinema tarihinden referanslarla oluşturuyorum. Tarkovsky’den, Hitchcock’a, oradan Nuri Bilge Ceylan’a çokça sinemasal gönderme mevcut ama kesinlikle homo-erotik bir sosa batırılmış şekilde.
Çalışmalarınızı oluştururken yaşadığınız zorluklar veya ilginç anılar var mıydı?
Serideki karakterler arasındaki fiziksel yakınlığın dozunu ayarlamak altın noktalardan biri. Midjourney’nin de sınırları, bazen son derece manasız sansürleri var. Ama herkes uyuduktan sonra kulaklıklarımı takıp kafamdakileri kimseyle diyaloğa girmeden ya da izin almak zorunda olmadan ekranda oluşturmaya çalışmak, ara verip döndüğünde kaldığın yerden belki daha da odaklanmış şekilde devam edebilme lüksü harika. Bir fotoğrafçı olarak tüm deneyimimi başka bir platforma aktarıp yeni bir yolculuğa başlamış hissediyorum ve bu heyecan bana büyük zevk veriyor. En ilginci yapay zekâ platformlarına gelen güncellemelerle beraber artık bazı görsellerin fotoğraftan ayrılmakta zorlanması ve insanları buna inandıramamam oluyor.
İzleyicilerin çalışmalarınızı gördüklerinde nasıl bir tepki vermesini umuyorsunuz?
Umarım ilgilerini çeker ve seriyi takibe alırlar. Zira “Muscular Theology” değişen, gelişen bir evren. Kişisel olarak yaşadıklarımdan ilhamla evriliyor. Her zaman şık, gizemli, seksi ve de alabildiğine pop. Hazmı zevkli, keyif alacaklarını umarım. Tıpkı benim yaparken aldığım gibi.
Damla Şahinbaş
“Sokakların nasıl gözüktüğü umurumda değildi, ben sadece koşmak istiyordum.“
212 Photography Istanbul’da sergilenen çalışmalarınızın hikâyelerini anlatır mısınız?
212 Photography Istanbul’da sergilenen çalışmalar, “Bugün bütün suratımı sime bulayarak dışarı çıksam sosyal anksiyetem tetiklenir mi?”, “Bu gece rengarenk kumaşlardan kendime bir kıyafet tasarlayıp partiye gitsem eve mutlu bir şekilde dönebilir miyim?”, “sevgilimi caddenin orta yerinde öpsem beden bütünlüğümüzü koruyarak eve varabilir miyiz?” sorularıyla kısıtlanmış, hayatın çoğu alanında özünden vazgeçmiş, sınırlı pratiklerle günü bitirip diğer güne uyanmaya çalışan bana ait.
AI ile ilk tanıştığımda insanların dünya üstü hayal güçlerinin sonucu olan işlere hayran kaldığımı itiraf etmeliyim. Fakat bu dünyadan başka bir seçeneğimin olmadığının farkındalığı ile hayal gücüm hep bu dünyaya göre şekilleniyor. Kısacası değindiğim soruları sormadığım, etrafımdaki insanların bu soruları sormadığı, birlikte fotoğraf çekimleri yaptığım öznelerin ve kendimin güvenliğini gözetmek zorunda kalmadığım ve güç dengelerinin değiştiği bir dünyada hissetmek, o dünyada fotoğraf çekmek istedim. Sokakların nasıl gözüktüğü umurumda değildi, ben sadece koşmak istiyordum. AI ile oluşturduğum seriyi bu şekilde özetleyebilirim.
Çalışmalarınız üzerine odaklanırken ilham kaynağınız ne oldu?
Şimdiye kadar teknik fark etmeksizin bütün çalışmalarımda güvenli alanımdaki insanlardan ilham aldım. Birlikte kurduğumuz hayallerden, dertleşmelerden, dayanışmalardan ve gullümlerden ilham aldım.
Çalışmalarınızı oluştururken yaşadığınız zorluklar veya ilginç anılar var mıydı?
Genellikle analog baskı üreten biri olarak, her gün değişen ve gelişen AI programlarına adapte olmaya çalışmak kısmen zordu diyebilirim. Programlardaki gelişmeyi her gün gözlemleyebilmek bir yandan da oldukça etkileyici elbette.
İzleyicilerin çalışmalarınızı gördüklerinde nasıl bir tepki vermesini umuyorsunuz?
Çalışmalarımı “anı fotoğrafı” konsepti ile bütünleştirdiğim için izleyicilerin de o samimiyeti ve sıcaklığı hissetmelerini umuyorum. Bunun yanı sıra değişen güç dengelerini görmek eminim ki bazı kişilerde öfke de yaratacaktır; tıpkı pratiklerimi kısıtlayan kaygılarla birlikte hissettiğim öfke gibi…
Joe Horner
“Çiçeklerin doğal güzelliğinin sanatsal sürecime rehberlik etmesine izin veriyorum.“
212 Photography Istanbul’da sergilenen çalışmalarınızın hikâyelerini anlatır mısınız?
Eserlerim, günlük bir şeyi alıp onu özel hale getirme üzerine. Çiçeklerin güzelliğini korumayı amaçlıyor ve onları alışılmadık bir boyutta görülebilir kılmaya çalışıyor.
Çalışmalarınız üzerine odaklanırken ilham kaynağınız ne oldu?
Beni büyüdüğüm ortamdan ve geçmişimden derinlemesine etkilendim. Bahçıvan bir annenin yanında büyüdüm, bu yüzden çiçeklerin güzelliğiyle erken yaşta tanıştım. Ancak onları normlarından çıkarmak ve tepkilerini gözlemlemek merakımı ateşleyen ve yaratıcı yolculuğuma yönlendiren şey oldu. Annem rehberliği ve desteği ile sanat sevgisini aşıladı ve yeni alanları keşfetme cesaretini kazandırdı.
Çalışmalarınızdaki ışıklandırma, kompozisyon veya diğer görsel unsurları hakkında bilgi verebilir misiniz?
Çiçeklerin doğal güzelliğinin sanatsal sürecime rehberlik etmesine izin vererek akışa ayak uyduruyorum. Mevsimler değiştikçe çalışmalarım da değişecek.
Çalışmalarınızı oluştururken yaşadığınız zorluklar veya ilginç anılar var mıydı?
Doğayla çalışmak zaman zaman zor olabiliyor. Çiçeklerin elementlere nasıl tepki verdiğini öğrenmek için yıllarımı harcadım. Hiçbir zaman sanata tam olarak hakim olamıyorum ama bu şekilde hoşuma gidiyor. Sergi ziyaretçileri kadar ben de şaşırmak istiyorum.
{47706}