Sürdürülebilir Türk Moda Markaları: Assez
Yazı Boyutu:
Felsefesi ”ideal ürün” yaratmak olan Assez’in kurucusu Aslı Sezer ile keyifli bir sohbet ettik. Assez İstanbul’un kuruluş sürecinden sürdürülebilir moda hakkındaki düşüncelerine kadar merak ettiğimiz tüm sorularımız yanıt buldu…
Aslı Sezer
Ankara’da doğdum ve büyüdüm. Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Ticaret Hukuku alanında yüksek lisans eğitimi almak üzere Londra’ya taşındım. Buradaki eğitimimi tamamladıktan sonra alan değiştirmeye karar verip Marka Yönetimi konusunda eğitim görmek üzere Milano’daki Domus Academy’ye kaydoldum. Branding, Styling, Communication ve Buying konularında aldığım workshop eğitimleri sonrasında her zaman hayalini kurmuş olduğum kendi markamı kurma fikriyle İstanbul’a yerleştim ve bu yolda Assez’nin kurulmasıyla ilk adımı atmış oldum.
Bize markanızı ve kuruluş sürecini anlatır mısınız?
Assez ismi Fransızca’dan geliyor, kelime anlamı “yeteri kadar” demek. Her biri bir diğeri ile uyum içerisinde olan yeteri kadar kaliteli temel parça ile sade ve sürdürülebilir bir dolap oluşturma adına çıkmış olduğum bir yolun hikâyesini anlatıyor bu kelime. Assez’yi kurma fikri, bir süredir zaten fazlasıyla sadeleşmiş olan dolabımda bulundurmak istediğim parçalara bir türlü aradığım kumaş kalitesinde veya dilediğim renklerde ulaşamıyor oluşum sonucu ortaya çıktı. Yani aslında biraz da kendi ihtiyaçlarımdan yola çıkarak oluşturacağım bu zamansız koleksiyonda, aradığım sadelikteki modelleri, istediğim renk ve kumaşlarla birleştirme fikriyle başladı bu süreç.
Koleksiyonlarınızı tasarlarken nelerden besleniyorsunuz?
Soyut bir ilhamdan ziyade, somut olarak bir idealin, yani sadeleşmenin ve yeteri kadarına sahip olma fikrinin gerçekleşiyor olmasından besleniyorum sanırım. Bir insanın kendi tercihiyle kendisi için bir üniforma seçmesi ve bu üniformayı neredeyse her gün severek, isteyerek ve iyi hissederek giymesi fikri de benim için fazlasıyla ilham verici. Sadeleşmekle birlikte azla yetinebilmek ve elimizdekiler için şükran duygusuna sahip olabilme fikri de geliyor, bu da bir yerde daha az tüketmeye meyleden bir zinciri başlatarak beraberinde her geçen gün daha da anlam kazanan değerleri de getiriyor zaten, sürdürülebilirlik gibi. Assez’de her sezon yenilenen ve hızlı moda anlayışının bizi sürüklediği her sezona yeni bir koleksiyon anlayışı yok. Koleksiyonun temel fikri, zamansız renk ve modelleri kullanarak her biri birbiriyle eşleşebilen parçalar yaratmak.
Bilinçli bir üretici olmak için ne yapmak gerekir?
Hammadde tedarikinden üretimin son aşamasındaki paketleme ve ürün teslimine kadarki süreçte her adımı sorgulayarak, çevre duyarlılığıyla hareket etmek gerekir. Kaliteden ödün vermeden, özenle üretilen ürünlerin ancak belirli bir emek karşılığında olabileceğinin bilincinde olmak gerekir. Adil ticaret ilkelerine bağlı kalmak ve emeğin karşılığını bulduğundan emin olmak gerekir. Tüketiciye ulaşacak son ürünün uzun ömürlü ve iyi ürünler olacağından emin olmak gerekir.
Çevre konusunda daha fazla farkındalık yaratmak için sizce ne gibi adımlar atılmalı? Bu noktada tüketicilere hangi görevler düşüyor?
Tüketicilere düşen başlıca görevlerden biri, bilinçli tüketim alışkanlıkları edinmek. Anlık isteklere kulak asmayı bırakarak, gerçekten neye ihtiyacım var sorusunu sorarak, kaliteli ve uzun ömürlü ürünlere yönelinmesi gerekiyor. Mesela en basit kural, süpermarketlere aç karnına gitmememiz gerektiğidir. Çünkü gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu unutur, o an canımız ne isterse sepetimize atarız ve bilinçsizce, belki de israfa yol açacak şekilde alışverişimizi tamamlamış oluruz. Yine aynı şekilde, sezonda sırf trend diye aslında kendimize yakıştırmadığımız veya birkaç seferden fazla kullanılmayacak bir parçaya anlık bir sahip olma isteğiyle, bu sonsuz tüketim döngüsünün bir parçası olmaktan kendimizi alamayız. Tüketim çılgınlığına son verebilmemizin tek yolu, azla yetinmeye başlamak. Belki bir anda hiçbirimiz tamamıyla sürdürülebilirliğin gerektirdiği gibi yaşayamayız fakat bu yolda atılan bir adım dahi olsa çok önemli. Çünkü yayılma gücü çok fazla. Bu bilinci uyandırmaya çalışmak, bu anlamda her gün insanın kendisine de bir şeyler katarak yeni şeyler öğrenmesi çok değerli.
Siz farkındalığınızı hayatınızın hangi döneminde yakaladınız?
Tüketim konusunda küçük yaşlardan beri oldukça bilinçli bir şekilde yetiştirildim. Özellikle gıda israfı kavramına karşı her zaman duyarlıydım. Genel anlamıyla hayatımda sadeleşme fikrini benimsediğim ve sürdürülebilirlik kavramıyla tanıştığım yıllar ise üniversite sonrasında yurt dışında yaşamaya başladığım zamanlara denk geliyor. Ne yazık ki ülkemizde sürdürülebilirlik henüz bir gündem konusu değilken, farklı ülkelerde bu başlık çoktan literatüre girmiş ve gerekli adımlar atılmaya başlanmıştı bile.
Günlük yaşamınızda, evinizde çevreyi korumak için neler yapıyorsunuz?
Gıda israfı benim için en kabul edilemez şeylerden biri. Uzun süredir israfa sebep olmayacak şekilde planlı alışveriş yapıp, evde günlük olarak yemek pişirmeye özen gösteriyorum. Malzemelerin kıymetini bilerek, özellikle sebzelerin yaprak ve saplarından da yararlanarak, bazen ilham aldığım tarifleri, bazen de tamamen içgüdülerimi takip ederek yemek yapmak en büyük zevklerim arasında. Gıda tüketimi konusundaki alışkanlıklarımız çevreye en büyük zararlardan birini veriyor aslında. Bu yüzden yaklaşık bir senedir olabildiğince az et tüketmeye özen gösteriyorum. İlk başlarda biraz zorlandım, fakat şu an gerçekten canım daha çok sebze yemek istiyor ve et yemediğim zamanlar kendimi çok daha hafif ve mutlu hissediyorum. Bunların haricinde elbette kağıt, plastik ve camları geri dönüşüm için ayırıyorum.
Gelecekte sürdürülebilir modanın yerini nerede görüyorsunuz?
Hangi şartlarda çalıştığı bile bilinmeyen milyonlarca tekstil çalışanının emeklerinin, her yıl milyonlarca ton tekstil çöpüyle birlikte yitip gitmesini görmek gezegenimiz ve insanlık için oldukça kaygı verici. Bu yüzden de gelecekte sürdürülebilirlik kavramının modada bir alt başlık olmasını değil, moda kavramını da kapsayan, hayatımız ve geleceğimiz için bir üst başlık olabilmesini hayal ediyorum. Tüketim alışkanlıklarımızı daha çok sorgulamaya başlayacağımız, daha az tüketeceğimiz, malzemeye ve kaliteye özen göstereceğimiz, üretimde emeğin karşılığını daha çok verebileceğimiz bir düzene geçişin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.