Sürdürülebilir Kentleşme: Mit mi, Gerçek mi?
Yazı Boyutu:
Gezegenin doğal kaynaklarının %75’ini tüketen kentler için sürdürülebilirlik alarmları çalıyor. Ne yapmalı, yeşil bir geleceği kentler düzeyinde nasıl inşa etmeli, birlikte bakalım.
Basit istatistiklerle başlayalım…
- 1937’de dünya nüfusu 2.3 milyarken atmosferde bir milyon kişiye düşen karbon miktarı 280 birimdi. El değmemiş alanların oranı ise %66’ydı.
- 1954’te dünya nüfusu 2.7 milyarken atmosferde bir milyon kişiye düşen karbon miktarı 310 birimdi. El değmemiş alanların oranı ise %64’tü.
- 1960’ta dünya nüfusu 3 milyarken atmosferde bir milyon kişiye düşen karbon miktarı 315 birimdi. El değmemiş alanların oranı ise %62’ydi.
- 1978’de dünya nüfusu 4.3 milyarken atmosferde bir milyon kişiye düşen karbon miktarı 335 birimdi. El değmemiş alanların oranı ise %55’ti.
- 1997’de dünya nüfusu 5.9 milyarken atmosferde bir milyon kişiye düşen karbon miktarı 360 birimdi. El değmemiş alanların oranı ise %46’ydı.
- 2020’de dünya nüfusu 7.8 milyarken atmosferde bir milyon kişiye düşen karbon miktarı 415 birimdi. El değmemiş alanların oranı ise %35’ti.
Bu yörüngede gitmeye devam ettiğimizi varsayarak sonrasını haritalandıralım…
2030’da Amazon ormanları artık daha fazla yeterli nemi üretemeyecekleri noktaya kadar kesilecek ve çölleşmeye başlayan bölgelerdeki habitat küçülecek. Bu, canlı türlerinin yıkıcı boyutta yok olmasına ve su seviyelerinin küresel ölçekte değişmesine neden olacak.
2030-2040 yılları arasındaki on yılda kutup bölgelerindeki tüm buzullar eriyecek. Dolayısıyla güneşin enerjisi atmosfere daha az yansıyacak, bu da küresel ısınmayı hızlandıracak.
2040’ta sürekli donmuş toprakların olağanüstü yayılması, kuzeyde metan gazı salınımını artıracak. Karbondioksitten daha fazla tesirli olan bu sera gazı, iklim değişikliği hızını dramatik ölçüde artıracak.
2050’de okyanuslar ısınmaya devam ettikçe daha da asitlenecek ve mercan kayalıklarını öldürecek. Balık popülasyonu azalacak.
2080’de polen yayan böceklerin sayısında ciddi bir düşüş yaşanacak ve bu da tarım endüstrisini olumsuz etkileyecek. Hava olayları çok daha öngörülemez ve şiddetli yaşanacak.
2100’da toprağın aşırı kullanımından ötürü küresel besin üretimi krize girecek. Gezegenimiz 4 derece ısınacak ve artık herhangi bir canlı için yaşanamaz hale gelecek.
Peki Gezegen ve Üzerinde Yaşayan Canlılar İçin Başka Bir Senaryo Üretmek Mümkün Mü?
“Bir sözcüğe ne kadar yakından bakarsanız, onun size geri dönüp baktığı mesafe o kadar uzaklaşır.”
Karl Klaus
20. yüzyılın mihenk taşlarından olan sürdürülebilirlik için ne kadar yerinde bir alıntı. Zira gezegen üzerinde yaşayan biz insanlar dünyanın kaynaklarını tüketmedeki payımızı sürekli artırırken bir yandan da sürdürülebilirlik üzerinden güçlü bir imaj çiziyoruz.
Sürdürülebilirlik geniş bir konsept ve aslında çok da yeni değil. 18. yüzyıl Almanyası’nda -hayatın yakın gelecekte neye benzeyeceğinden habersiz- ‘orman alanlarının gelişmeden kesilmemesi’ anlamını içeriyor. Hızlı kentleşmeden doğan doğal kaynakların yetersizleşmesi ile 20. yüzyılda yeniden dillendiriliyor. Çünkü sağlıklı bir çevreden, canlı ve eşitlikçi bir toplumdan ve destekleyici bir ekonomiden faydalanmak herkesin hakkı. Sürdürülebilirliğin 3 E’si olarak –environment (çevre), equity (eşitlikçilik) ve economy (ekonomi)- bu eksende atılacak tüm adımlar ve düzenlenecek tüm alanlar için bir kılavuz olarak kabul ediliyor.
Sanayi Devrimi ile birlikte modern tıbbın gelişmesi sonucundan ölümlerin azalması ile kırdan kente göçün yerleşim formunu değiştirmesi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra devletlerin vatandaşlarının refahını artırmak adına teknolojik gelişmelere yatırımlarını artırmaları, kentleşme dengelerini tamamen değiştirdi.
“Her saat 40’tan fazla insan Mumbai’ye, yaklaşık 70 insan Lagos’a ve 60’ı aşkın insan Dhaka’ya taşınıyor. Ve her hafta global kent nüfusuna 1,5 milyon insan ekleniyor.”
Kentleşme, şehre ve banliyöye taşınan taşra ile şehir sakinlerinin dönüşümüne referans verir. İlki, taşra bölgesinde yaşayan insanların üretim ve tüketim anlamında merkeze yaklaşması, sadece son birkaç sene içinde öyle büyüdü ki şehirlerde yaşayan insan sayısı taşrada yaşayanlarınkini geçti.
Pandemi nedeniyle demografik değişiklikler yaşansa da uzun vadeli beklentilerde 2030’a kadar dünya nüfusunun %60’tan fazlasının şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Önümüzdeki birkaç sene içinde sadece Hindistan, Çin ve Nijerya’nın küresel kent büyümesinin %35’inden sorumlu olması bekleniyor. Ancak birçok şehirde buna ev sahipliği yapacak alan mevcut değil. Örneğin, son 30 sene içinde Çin’in rekor ekonomik büyümesi yarım milyar insanı yoksulluktan kurtarırken hızlı kentleşme bol iş gücü, ucuz toprak ve iyi altyapı ile el ele yürüdü. Her ne kadar Çin kentleşmenin olağan sıkıntılarının bazılarından kaçınmayı başarsa da hayalet kentler, insan sağlığını tehdit eden hava kirliliği ve tarım arazileri ile su kaynaklarının aşırı kirlenmesi gibi sorunlar karşısında yetersiz kaldı. 2030’da nüfusunun %70’inin kentlerde yaşaması beklenen Çin’de koordineli bir kentleşme sürecinin devreye sokulması kaçınılmaz.
BM, 2050’de dünya nüfusunun 3’te 2’sinin kentlerde yaşayacağını öngörüyor.
Kentleşme terimi aynı zamanda vahşi yaşamın, tarım alanlarının, doğanın ve kırsal alanların çok daha yoğun ölçüde inşa edilmiş ve yapısal olarak birbiriyle bağlantılı yerleşimlerle bir arada dönüştürülmesine de işaret ediyor. Dünya üzerinde kentsel alanlar toplamın sadece %5’ini oluştursa da bu boyutta bir alan gezegenden %70’lik bir enerji kullanımı talep ederken ona, küresel ısınmayı tetikleyen, %70’lik sera gazını geri veriyor. Bu da bize, bütün bir ekosistemin sağlıklı olarak devam edebilmesi için, insan nüfusunun doğru kent planlarına ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Kentsel gelişme ile uyum içinde olmak için 2016 ila 2030 arasında her sene global ölçekte 6,3 trilyon dolar yatırım yapılması gerekiyor.
{51776}
Önce Kent Seviyesinde Sürdürülebilirlik Bilgilerimizi Tazeleyelim…
Bireylerin, toplulukların, kurumların, işletmelerin ve sistemlerin kronik streslere ve akut şoklara karşı hayatta kalabildiği, uyum sağlayabildiği ve karşılığında büyüyebildiği şehirlere dirençli şehir deniyor.
Fonksiyonel ve ekolojik şehir geliştirme yaklaşımları benimseyen, hem doğal sistemler hem de topluluklar için sağlıklı ve sürdürülebilir ortamlar sağlayan şehir modelleri ise yeşil şehir olarak ifade ediliyor.
Ekonomisinde, seyahat, siyaset ve kültür gibi gündelik yaşam belirleyenlerinde düşük-karbon pratiklerine ulaşmış veya bunu başarmanın ötesine geçmiş şehirler, düşük-karbonlu şehir olarak adlandırılıyor.
Bir şehrin kapsayıcı şehir olması için vatandaşlarının ve aktivitelerin geniş çeşitlilikte olması adına mekansal, sosyal ve ekonomi kümesini sürekli gelişme halinde tutması gerekiyor.
İnsanların hayatın tüm alanlarına katılmasına olanak sağlayan ve onların potansiyellerini en üst seviyeye kadar geliştirmelerine olanak tanıyan sağlıklı şehirlerde, fiziki ve sosyal çevreler ile topluluk kaynakları bu amaç için kullanılıyor.
Tüm ürün ve malzeme akışının yeniden kullanılmak ve yeni ürünler ve hizmetler için kaynak haline getirilmesi üzerine, bir döngüselliğe tabi olduğu şehirlere döngüsel şehir deniyor.
Bir Kenti Nasıl Daha Sürdürülebilir Planlarsınız?
Sürdürülebilirliğin 3 E’si ve sürdürülebilir kentlere atfedilen farklı -ve fakat aynı- boyutlar ışığında kent yaşamını daha sürdürülebilir kılmak için neler yapılabilir, birlikte bakalım.
Mimar Frederic Law Olsted’in New York Central Park için söylediği meşhur lafla başlayalım: “Parklar bir kentin akciğerleridir.” Milan’daki 500 yüzyıllık Giardino della Guastella’dan Viyana’nın Stadpark’ına, parklar hem kent sakinlerinin derin nefes alması, rahatlaması ve doğa ile bağ kurması hem de asfalt sıcağını emmesi açısından yaşamsal önem taşıyor. Kamusal yeşil alanlar, yaşam kalitesini artırdığı gibi su baskınlarının önlenmesinde tampon görevi üstleniyor.
Yeni nesil elektrikli taşımacılığın kömür kaynaklı elektrikle olan bağlantısı ve kapasite yetersizliği nedeniyle sanıldığı kadar sürdürülebilir olmaması nedeniyle eleştirilmesini bir kenara yazarak, basit toplu taşımacılığın yeşil bir kent için majör bir belirleyen olduğunu söyleyebiliriz. Zira ne kadar az otomobil, o kadar az karbon salınımı demek. Ama en önemlisi, ulaşım için belirlenen toplu taşıma hatlarının ana arterler kadar periferiye de uzanması. Bu sayede kent sakinlerinin hemen tüm kaynaklara eşit oranda ulaşması sağlanabiliyor.
Tüm gökdelenlere ve kalabalık sokaklara rağmen, iyi bir yeşil şehir, insanların güvenle yürüyebilecekleri ve bir araya gelebilecekleri alanlara sahiptir. Bu, New York’taki High Line veya Kopenhag’daki meşhur sadece yayalara açık olan alışveriş alanı gibi, alanlar insanları yürümeye ve keyif alabilecekleri kamusal alanlara dahil olmaya teşvik ediyor.
Kentlerdeki yoğunluk arttıkça varmak istediğiniz yere bisikletle gitme fikri daha cazip geliyor. Bunu mümkün kılan, ayrı bisiklet yolları, güvenli park alanları, elektronik bisikletler için şarj alanları ve bisiklet kiralama gibi uygulamaları şehir planlamasına dahil etmek şüphesiz. Bu sayede insanlar, daha uzak lokasyonlara da bisikletlerini otobüste veya trende yanlarına alarak ulaşabiliyor.
En büyük, en uzun, boşlukları en iyi şekilde dolduran yeşil binalar, devletler ve şirketler için çevre kredisi alabilecekleri bir vitrin gibi görünüyor olabilir. Ancak San Francisco’daki Federal Building veya Chicago belediye binasının çatısı gibi çevre-dostu yapılar, son teknolojilere dikkat çekmek açısından görünür semboller olma özelliği taşıyor.
Gelelim geri dönüşüme. Evet, geri dönüşüm tipik bir bireysel çevresel hareket olsa da doğru şekilde konumlandırılmış ve güvenilir şekilde işlediğinden emin olunan bir sistem olmadan yeterli değil. Öyle ki en yeşil şehirlerde artık sadece kutular ve şişeler değil elektronikler ve besin atıkları da geri dönüştürülüyor veya kompostlanıyor.
Yeşil şehre giden yol, tartışmasız, iyi bir planlamadan geçiyor. Diğer metropoller dışarı yayıldıkça yayılmışken, Hamburg limanını ofislerin, mağazaların, eğlence merkezlerinin ve konutların karma bir komşuluğu içinde yürünebilir mesafede sınırlandırdı. Benzer şekilde Atlanta’daki Centennial Yards da ofisleri, mağazaları ve konutları halihazırda çok-amaçlı bir salona ve stadyuma sahip şehir merkezine taşıdı.
Yenilenebilir enerji satın almak ve verimlilik ölçümlerine şart koşmak, bir şehrin çevresel etkisini düşürürken daha yeşil ürünler için pazar inşa etmek adına ekonomik bağlamda hayata geçirebileceği iki yöntem. Norveç’in şehrin atıklarını yakarak şehri ısıtacak enerjiyi elde ettiği sofistike çöp programını gözünüzün önüne getirebilirsiniz.
Yeşil olmak sadece çalışmakla ilgili değil; yaşamdan aldığımız keyfi ona geri vermekle de ilgili. Yeşil şehirler, çevre dostu yaşam şeklini, lokal lezzetlerle dolu üretici pazarlarıyla, organik içerikli ürünler servis eden barları ve restoranlarıyla, ve ekolojik düşünce seviyesindeki sanatçıları ve festivalleri ile besler.
{48984}
Dünyanın En Sürdürülebilir Kentleri Hangileri?
Yeşil alternatiflere yapılan devamlı yatırımlar da göz önünde bulundurulduğunda, dünyanın en çevre dostu şehirleri listesinin başında Kopenhag geliyor. Şehir, sakinleri için yüksek yaşam standardı vaad ederken her seferinde doğa ile daha barışık çözümler sunuyor. Merkez, 2025’te karbon-nötr olmayı hedefliyor. Kentte yaşayanların sadece %29’u otomobile sahip ve şehirdeki bisiklet hatları sürekli yenileniyor. Öyle ki Kopenhag’ın dünyanın en bisiklet canlısı şehirleri listesinde Amsterdam’ı geçtiğine inanılıyor. Kentteki toplam gıda satışının %24’ünü ve kamusal etkinliklerde servis edilen gıdaların %88’ini organik ürünler oluşturuyor.
Kapsayıcı 2018-2030 İklim Planı’ndan da önce, Barselona, 2012’de 800’den fazla organizasyonun altında imzası olan Vatandaşların Sürdürülebilirliğe Bağlılığı belgesi ile, ciddi adımlar atmaya başlamıştı. Bu kararlılığın en önemli sonucu, 2016 senesinde başlanan, Süper Bloklar Projesi oldu. Süper Bloklar’ın ardındaki fikir son derece basit: Dokuz yerleşim bloğunu alıyorsunuz ve onları 10 kilometrelik çeperinde araçların kullanılmadığı, yolları daha çok yayalar ve bisikletliler için uygun alanlar haline getiren tek bir bloğa dönüştürüyorsunuz. Bu sayede eskiden sokak olan alanlar kamusal kullanıma açılıyor. Şu ana kadar 6 süper blok için uygulama hayatta, ve Barselona bu rakamı 500’ün üzerine çıkarmaya çalışıyor.
Basel şehri ise yeşil çatılar konusunda son derece net. 2002’den beri, Bina ve Yapı Kanunu gereği, yeni yapılacak ve yenilenecek düz çatılı binaların çatılarının yeşillendirilmesi gerekiyor. Bu kanun ile kent, sıcaklığı düşürmeyi, enerji tasarrufu sağlamayı ve lokal biyoçeşitliliği muhafaza etmeyi amaçlıyor. Basel’de 30 derecenin üzerindeki gün sayısının 2035’te 10,5’tan 24,7’ye çıkması bekleniyor, dolayısıyla bu son derece etkili bir çözüm. Sıcak hava dalgaları karşısında kent daha yaşanabilir kılınırken hava kirliliğinin, sera gazı salınımının ve taşkınların önüne geçiliyor.
Pek çok kent 2050 senesinde net-sıfır emisyona ulaşmayı hedeflerken Bristol’da bunun için takvimler 2030’a kilitlendi. 2018 senesinde kent konseyi iklim acil durumu ilan etti ve gerekli adımları atmaya başladı. 2005 ile kıyaslandığında 2019’da karbon emisyonunu %77 oranında azalttığı düşünülürse bu hedef oldukça gerçekçi geliyor.
Hamburg da sürdürülebilir, iklime-adapte olabilen kent rozetini takmak için sıkı çalışanlardan. Öne çıkan yeşil projelerinden biri, su baskınlarını önlemek üzerine. İklim değişikliğinin bu bariz etkisinin önüne geçmek için RainInfraStructure Adaption (RISA) stratejisi benimsendi. Bu strateji ile yağmur suyu yönetiminde lokal yöneticilerin şirketlerle ve bilim insanları ile yakın çalışmaları ve sürdürülebilir ve gelecekte olabilecek değişikliklerden etkilenmeyecek yöntemler geliştirmeleri öngörülüyor. Bunun için şehir bir süngere dönüştürülüyor; yağmur sularının bir anda kanalizasyona karışmasının önüne geçerek onu bir süre tutacak ve kontrollü olarak bırakacak bu stratejinin adı, Yeşil Çatı Stratejisi. Bu yöntem hayata geçirilmeye başladığından beri 140 hektar yeşil çatı yaratıldı ve en az 100’den fazlasının daha yaratılması hedefleniyor. En azından 2025’e kadar, sahiplerine de finansal destek verilerek, bu yeşil çatıların sayıca artması ve hayatta kalması sağlanacak.
14 adası ve 50’den fazla köprüsü ile Stockholm, kent sakinleri için daha sürdürülebilir bir yaşam şekli için öncü olan gelişmeleri adil bir şekilde dağıtıyor. Kentte 2040 itibarıyla benzinli araç kullanımı ortadan kalkacak ve biyo-yakıt kullanımı popüler hale gelecek. Stockholm ayrıca 30.000 koltuk kapasiteli stadyumundaki fazla ısıyı yeniden değerlendirerek 1000’i aşkın dairede daha efektif şekilde kullanılması adına dağıtabiliyor.
Sosyal gelişmeleri sayesinde dünyanın en tehlikeli şehri ünvanından kurtulduktan sonra Medellin, şimdi de eko-şehir olma yolunda ilerliyor. 69 elektrikli otobüs kullanan ve etkileyici bir bisiklet yolu ağı kuran Medellin için bir diğer çarpıcı gelişme şehir boyunca yerleştirilen 30 yeşil koridordan başkası değil. Bu proje için Medellin’in hava kirliliğinin en yoğun olduğu sokakları ve alanları hedeflendi. 2016’da başlayan proje ile şehir daha yaşanabilir hale geldi; şehir içi hava sıcaklığı 2 derece düştü ve koridorlarda senede 160 kilogramı aşan karbondioksit emilimi sağlandı. Bu yeşil koridorları kurmak ve korumak için lokalde 75 daha dezavantajlı pozisyona sahip kişi, şehir bahçecisi ve ekim teknisyeni olarak yetiştirildi ve iş sahibi oldu.
Amerika’nın en sürdürülebilir şehirlerinden biri ise Washington. DC, tüm sakinleri için sağlıklı, taze gıdayı erişilebilir ve satın alınabilir kılmak adına, kent çiftliklerine ve topluluk bahçelerine alan tanıyor. Sadece bireyler değil restoranlar ve oteller de mutfaklarını lokal çiftliklerden çıkan ekolojik gıdalar ile zenginleştiriyor.
Yaklaşık 860.000’lik nüfusuyla San Francisco’da odak, atık yönetimini önceleyecek şekilde kurgulanmış. Öyle ki atıkların %80’i araziye gitmeden dönüştürebiliyor ve bu oranın yakın gelecekte %100’e ulaşması bekleniyor.
Tam burada, Dubai’de inşa edilen ‘The Sustainable City’ (SC) için özel bir paragraf açmamız gerekiyor.
SC, Dubai’ye yaklaşık 30 dakika sürüş mesafesinde, özel konut alanlarının ve golf sahalarının bölgesinde, inşa edilen net-sıfır enerjili bir konut projesi. Arkasındaki isim ise, Dubai Marina gibi çok-katlı yerleşimlerin de mimarı olan Diamond Developers. 345 milyon dolara mal olan ve 2015’te açılan SC’de yer alan 500 villanın %99’u 2.700 kişinin yaşam alanına dönüştü bile. Ve SC, başından beri yeşil bir gelecek için çıkış yolu olarak lanse edildi. Oysa bu, Dubai’nin kişi başına düşen sera gazı emisyonunda dünyanın en yüksek ikinci ve kişi başına düşen karbon ayak izinde dünyanın en kötü şehri olma itibarına sahip olması nedeniyle son derece şüpheli bir iddia. Bu ölçümler Dubai’nin, su gibi, pek çok hayati kaynaktan ekolojik olarak mahrum olması gerçeğinden kaynaklanıyor. Dahası, Dubai pek çok hammaddeyi ithal etmeye bağımlı ve ekonomisi temel olarak imalata ve inşaata dayanıyor. Bu bağımlılık Dubai’yi suyu ve gıdayı lokal olarak sağlama ve mevcut nüfusunu sürdürülebilir şekilde destekleme anlamında yetersiz kılıyor. Farklı ülkelerden çalışmaya gelenlere, turistlere ve diğer dış kaynaklara hatırı sayılır oranda bağımlılığı, hava taşımacılığı sistemine de aşırı yük binmesine neden oluyor.
Dubai’nin bu karbon-yüksek ölçekli şartlarına rağmen SC’de bir hayat oldukça arzulanabilir görünüyor. SC’de yaşayan insanlar, karbon ayak izlerini böylesi etkileyici bir şekilde planlanmış bir yerde yaşıyor olmanın erdemi ile azaltıyor. SC sakinleri aynı zamanda bir arada yaşadıkları toplulukla yakınlık kurmak konusunda da olumlu geri dönüşler yapıyor. SC’deki şartlar, olağanüstü kaynak ve karbon tüketimi ile bilinen kapalı kayak pisti veya kapalı tropik orman gibi projelerin de yer aldığı Dubai için bir yeşil vaha gibi. Böylesi projeler tabii ki sadece Dubai’ye has değil; ancak Dubai’nin ihtiyacı olan hidrasyon için tuzdan arındırılmış suya olan bağımlılığı onu diğerlerinin yanında ‘ayrıcalıklı’ kılıyor.
Tüm bu bileşenler tek bir soruda ortaklaşıyor: Dubai’deki gibi kentte sürdürülebilirliği sağlayacak lokalize edilmiş bir proje gerçekten sürdürülebilir olabilir mi? Sustainable City, içme suyuna bu denli bağımlı olması ile, başlı başına bir paradoks ve asla sürdürülebilir olamayacak bir proje. Öyle ki deneyimleri, tüketim ve yaşam şekli izole edilmiş bir şanslı-doğanlar topluluğunu temsil etmekten öteye gidemiyor.
{88349}
Söz Konusu Sürdürülebilirlik Olduğunda Kentlerin Geleceğini Ne Bekliyor?
Elektronik cihazların atıklarını önlemek oldukça niş bir beceri istiyor, ancak Restart Project isimli oluşum, Londralıların sürdürülebilir elektronikler hakkında daha fazla bilgi almasına ve akıllı telefonlardan elektrik süpürgelerine tüm cihazlardaki tüketimi nasıl azaltabileceklerini öğrenmesine yardımcı oluyor. Oluşum, geçtiğimiz sene tanıttığı Materials Matter adlı eğitici site ile İngiltere’deki çocuklara akıllı telefonların çevre üzerindeki etkilerini anlatmayı hedefliyor.
Neredeyse çeyrek yüzyıldır New York’un yeniden yeşillendirilmesi üzerine çalışan oyuncu/şarkıcı/ikon Bette Midler tarafından kurulan New York Restoration Project, 2021’de tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. East Harlem’den Staten Island’a uzanan geniş bir ağda teraslama, kompost ve yağmur suyu hasadı yapma çalışmalarına hız verildi.
Şehirleri doğal yollarla serinletecek bir havalandırma sistemi, enerji tüketimini de düşürmesi nedeniyle son derece elzem. Yaz aylarında 40 dereceleri gören hava sıcaklığı ile Tokyo, 2021 Olimpiyatları’nda bu sistemi hayata geçirecek adımları attı. National Stadium’daki ahşap mimariden yollardaki solar boyalara ve su sprey sistemlerine başarılı sonuçlar elde edildi.
Milan da son birkaç senedir yeşil girişimlere kayda değer yatırım yapan şehirlerden. 2021 senesinde bu yaklaşımın yansımaları bisiklet hatları özelinde kendisini hissettirdi. Bu denli düz ve kompakt bir şehir olmasının da avantajını kullanan Milan’a 35 kilometrelik ek bisiklet yolu düzenlemesi yapılmaya başlandı.
Ahşabın dayanıksız bir yapı malzemesi olduğuna dair inancı kıracak bir örnek ise İsveç’ten geldi. Skelleftea kentine yapılan 75 metre yüksekliğindeki 20 katlı kültür merkezi Sara Kulturhus binası, sağlamlaştırılmış kerestenin geleceğin sürdürülebilir yapı malzemesi olabileceğinin en iyi kanıtı. Binanın yakın zamanda %100 yenilenebilir enerjiye geçmesi de hedefleniyor.
Reykjavik’ten yarım saat sürüş mesafesi uzaklığa Transformer-benzeri bir bina inşa edildi; Orca. Dünyanın en büyük iklim-pozitif hava yakalama ünitesi olan Orca, en sade hali ile ifade etmek gerekirse, karbon absorbe ediyor. Halihazırda ürettiğimiz karbonu soğurması için 10 milyon tanesine ihtiyacımız olsa da her sene havadan 4000 ton karbon emen Orca’nın karbon-yakalayan teknolojisinin günün birinde küresel ısınmaya çözüm olması öngörülüyor.
We Park, Bangkok’taki terk edilmiş ve atıl bırakılmış kamusal alanları keyifli parklara dönüştürmek için başlatılmış bir proje. İlki geçtiğimiz Eylül ayında açılan parklarda yeşil alanların yanı sıra kent sakinlerinin egzersiz yapabilecekleri aletler, banklar ve renkli çocuk oyun alanları yer alıyor. Şu ana kadar açılan dört pilot We Park’ın yaygınlaştırılarak Bangkok’un yeşil bir kent olmasında etkili bir adım olması bekleniyor.
Geçtiğimiz senenin sonunda Turin’de açılan Green Pea, tamamı yeşil ürünlere ve hizmetlere adanmış beş katlı ve 60’tan fazla mağazanın yer aldığı bir alışveriş merkezi. Kendini ‘sürdürülebilir geleceğin alışveriş merkezi’ olarak lanse eden yer yeniden kullanılabilir, geri dönüştürülebilir, lokal olarak temin edilmiş ürünlere odaklanıyor.