preloader

Sanatçı Vuslat ile "Emanet" Sergisi Üzerine

21.07.2023
Sanatçı Vuslat ile "Emanet" Sergisi Üzerine

Yazı Boyutu:

Çalışmalarında her zaman farklı enerjileri harekete geçiren sanatçı Vuslat ile “Emanet” sergisi üzerine röportaj gerçekleştirdik.

Baksı Müzesi, 30 Kasım tarihine dek sanatçı Vuslat’ın müze bünyesindeki ilk kişisel sergisi “Emanet”e Chus Martinez küratörlüğünde ev sahipliği yapıyor. Vuslat, kendi köklerine geri döndüğü topraklardaki bu yeni kişisel sergisi için hazırladığı eserler (metin, heykel, çizim, ses, enstalasyon) çevresinde, sanatseverleri güven, bağlılık, derin bir sadakat ve koruyuculuğun değerini ifade eden “emanet” kavramının tezahürlerini keşfetmeye davet ediyor. Vuslat’ın heykel ve desen çalışmaları etrafında şekillenen serginin temel konusu “form” olgusundan öte bir malzemenin ve belirli formların ilettiği “dinamik güçler”e dayanıyor. Çalışmalarında her zaman farklı enerjileri harekete geçiren sanatçı, bu sergi aracılığıyla eserler ve mekân; eserler ve insanlar; eserler ve onları etkileyen anlatılar arasında bir akış, ilişki ve bağ yaratmayı amaçlıyor.

“Emanet” köklerinizden filizlenen bir sergi. Röportaja buradan başlamak istiyorum. Köklerinize geri dönmek, doğduğunuz yer ile bütünleşmek, adeta bir içe dönüş süreci nasıl gelişti?

Anne ve baba tarafım, Gümüşhane Kelkit bölgesinde yüzyıllardır bulunuyorlar, en azından bildiğim kadarıyla. Ben İstanbul’da doğdum. Onlar gençliklerinde birlikte İstanbul’a taşınmışlar. Çocukluğumda Gümüşhane ve Kelkit’le hiçbir fiziksel bağım olmadı. Ancak tabii ki annem ve babamın anlattığı hikâyeler, çocukluk anıları, edindikleri öğretiler ve gelenekler benim hayatıma da girdi ve hâlâ onları taşıyorum. Elbette yıllar içinde sanat yolculuğumda köklere dair bir merak uyanmaya başladı. Sanat benim için kendi benliğimi ve dünyayı keşfettiğim bir alan. Bu yolda insanın köklerini merak etmemesi düşünülemez, diye düşünüyorum.

Eserlerin ortaya çıkma sürecinde onları hep bu coğrafyada mı hayal ediyordunuz? Yoksa süreç tamamlandığında mı yerlerini buldular?

Sanatçı Vuslat ile

Uzun süredir dünyanın geri kalanından uzaklaşıp köklerimin bulunduğu bu coğrafyada ve Anadolu kültürünün derinliklerinde kaybolma arzusu içindeydim. Ancak bugüne kadar böyle bir zamanım ve fırsatım olmamıştı. Ta ki böyle projede bir olanak karşıma çıkana kadar. İşe çok kişisel bir yaklaşımla başladım. İlk olarak “Zihnim tamamen kapanacak ve tamamen kalbimi açacağım, bu coğrafya bana ne söyleyecek, onu dinleyeceğim; bildiğim her şeyi unutarak gitmek istiyorum” dedim. Gittiğimde coğrafya doğayla konuştu. Coğrafya kendisi konuştu. Sığır kuyruğu bitkileri, Çoruh Nehri, Karasu Nehri, Kop Dağı… Hepsi konuştu. Dolayısıyla çerçevesini Chus Martinez ile oluşturmaya başladığımız bu serginin üretimlerinde başka katmanlar oluşturacak anahtarları bu coğrafyada buldum. Bu coğrafyadan doğdular, bu coğrafyada hayata başladılar fakat gelecekte onları hangi coğrafyada göreceğimiz hepimiz için bir sürpriz.

Güven, bağlılık, derin bir sadakat ve koruyuculuk “emanet” kelimesinin çağrıştırdıkları arasında yer alıyor. Bir yandan kelime kökeni kısa süreli bir teslimi anımsatsa da sizin emanete bakışınız çok daha uzun soluklu, soyut ve sürdürülebilir bir noktada konumlanıyor diye düşünüyorum, ne dersiniz?

Emanet senin de söylediğin gibi özünde saklamak, korumak demek. Daha da önemlisi sana verilen bir şeyi, sana aitmiş kadar sahiplenerek hatta daha fazla kıymet vererek, üzerine titreyerek korumak demek. Bir başka anlamda da emanet verilen şeylerin hep taşınması, elden ele, nesilden nesile aktarılması gereken değerli şeylerdir. Uzun soluklu oluşu buradan geliyor benim için. Soyut ve sürdürülebilir olan kısmı ise “emanet verilme” kavramı iki taraf arasında karşılıklı bir ilişki başlatmasından kaynaklanıyor. Taraflar arasında aslen güvene dayalı çok güçlü bir bağ oluşturur. Bu güvene dayalı bağ ise birlikte yaşamamızın teminatıdır ve hepimizin bildiği üzere bu kavram bu yüzden bizim topraklarımızda çok değerli bir kavramdır.

Bir yandan emanet maddiyatla ilişkilendirilse de sizin de bir sözünüzde hatırlattığınız gibi küçücük bir serçenin bile bir emaneti olabilir. Bunu sıklıkla göz ardı ediyoruz. Peki kendimiz kendimize emanet olamaz mıyız? “En büyük koruma ihtiyacı kendi ruhumuza olmamalı mı?” sorusunu getiriyor aklıma bu yaklaşımınız.

Bizim en büyük emanetimiz hayatın ta kendisidir. Hayat, doğum ve ölüm arasında bir zaman dilimidir. Doğduktan sonra, sürekli bir arayış içindeyiz. Hayatı her zaman bir düz çizgi veya yol olarak görmüyorum, zihnimdeki arayışlarım genellikle dönem formlarında ve çoğunlukla spiral bir şekilde ilerliyor. Dönüyoruz, kıvrılıyoruz, birbirimize yaklaşıyoruz, uzaklaşıyoruz, ilişkiler kurmaya ve bağlar oluşturmaya çalışıyoruz, bazen de bunu yapamıyor ve tamamen kopuyoruz. Ancak sonunda sonsuzluğa doğru ilerlerken birliğe de ulaştığımızı düşünüyorum.

Serginin merkezinde yer alan ve sizinle güçlü bir emanet bağı olan “Yaşamın Göbek Bağı” eserinizi sizden dinleyebilir miyiz?

Sanatçı Vuslat ile

En büyük emanetimiz olarak gördüğüm hayatlarımızın dalgalı hâli benim bu eserdeki ilham noktam oldu. Zihnimdeki arayışların bu kıvrımlı yolunu göbek bağını oluştururken düşündüm ve böyle şekillendirdim. Anneannemden bana emanet olan altın zincirden ilham aldım. Bu zincirin halkalarını devasa bir boyuta getirerek yeniden oluşturdum. Yetmiş metre uzunluğunda ve altı yüz halkadan oluşan bir enstalasyon hâline getirdim. Her bir halka, sadece belirli bir noktadan kolayca girilebilen ve bir daha çıkılamayan bir yapıya sahiptir. Eğer o noktayı bulamazsanız, zincirin halkalarını birbirine geçiremezsiniz. Tıpkı hayat gibi…

Desenlerinizin boyutlarının büyüklüğü aksine çok daha narin ve kırılgan ifadeleri olduğunu hissediyorum. Yerel toprak ve taşlardan üretilen boyaları kullandığınız bu çalışmalarınızda kullandığınız ortak formlar bir hikâyenin habercisi gibi. Bu desenlerin dili olsa ne anlatırlardı?

Müzede sergilediğim dört büyük desenim bulunuyor. Bu desenler Zümrüdüanka kuşları temalı. Benim masalımdaki serçe Bayburt’tan başlayarak Kaf Dağı’nı aşıyor, Zümrüdüanka’dan ilham alıyor ve geri dönüyor. Bu hikâyeye bağlantı kurmak istedim. Bayburt ve çevresinden topladığım taş ve toprak gibi doğal pigmentler kullanarak bunları resimlerimde kullandım. Doğadan elde ettiğim renklere büyük bir sevgi besliyorum. İçlerinde muhteşem güzel sarılar ve o coğrafyanın karakteristik renkleri bulunuyor. Serginin üst katında ise füzen ve pastel malzemeleri karıştırarak oluşturduğum küçük desenlerim bulunuyor, bunları dokulu kağıtlara uyguladım.

Muska serinizin hikâyesi neye dayanıyor, bu küçük objelerin alıştığımız muska form ve yapısından ayrıştığı nokta ne olabilir?

Bilindiği gibi muskalar kötülüklerden, hastalıklardan korunmak için yüzyıllardır yapılıyor. Muska, dinlerin çok öncesine dayanan bir tarihe sahiptir ve neredeyse her kültür, her coğrafyada bulunur. Yaptığım işlerin hepsi, doğadan ilham alarak oluşturduğum ve elinizde tutabileceğiniz boyuttaki formlardır. Bu formlar üzerlerinde doğadan esinlenerek oluşturduğum simgesel bir alfabe, doğadaki ölümsüz seslerden, ısıdan, ışıktan ve topraktan esinlenen semboller taşır. Ayrıca topladığım sığır kuyruğu bitkilerinden düşen kuru yaprakları gümüşle kaplayarak kalıcı hâle getirdim ve seramik formların üzerine yerleştirdim. Yani her bir muska, doğanın ölümsüzlüğünün bir parçasını taşımaktadır. Her biri doğanın koruyucu gücünden bir iz taşımaktadır.

Sergi kapsamında eserler ve mekân; eserler ve insanlar; eserler ve onları etkileyen anlatılar arasında bir akış, ilişki ve bağ kuruyorsunuz. Kendi anılarınız üzerinden insanların hikâyeleriyle diyaloğa geçiyorsunuz. Sergi açıldığından beri nasıl tepkiler aldınız?

Sanatçı Vuslat ile

Bu sergideki işlerim üzerinden kendimi daha özgür ve korkusuzca ifade edebildiğimi düşünüyorum. Buna bağlı olduğuna inandığım çok pozitif dönüşler aldım. İlk sergim ile bu sergi arasındaki ortak dilin ne olduğunu merak ediyor insanlar. Bunu görenler var; fakat bazı kişiler yanıt arıyor. Bir önceki sergimde siyah, beyaz renkler, materyal olarak mermer ile ikili formlar arasında bağ kurmayı araştırdığım bir sergiydi. Bu sergide ise çok daha geniş bir perspektiften bağ kurmayı; kendimizle, doğa ile, insanlarla, geçmişle ve hayatla bağ kurmayı araştırdım. Dolayısıyla materyaller arttı ve değişiklik gösterdi. Benim de bir sanatçı olarak alanım daha çok genişledi.

Serginin deneyime açık bir tarafı var. Ziyaretçiyi izleyen konumundan alıp katılımcı olarak konumlandırıyor. Ve serginin bir parçası hâline getiriyor. “Bir Varmış Bir Yokmuş”, “Bir Ordaymış Bir Burada”, “Bir Konmuş Bir Uçmuş” eserleriniz izleyiciyi aktif konuma getiren önemli örnekler. Bu eserlerin dönme hikâyeleri neye dayanıyor, izleyiciye burada hissettirmek istediğiniz duygu nedir?

Bu sergide yer alan üç kil iş, “Bir Varmış Bir Yokmuş”, “Bir Orada Bir Burada” ve “Bir Konmuş Bir Uçmuş” adlı eserler, bu düzlemde seyahat ediyor ve bilinç ile bilinç dışına göndermeler yapıyorlar. Hangisi gerçek, gerçek kime göre belirlenir? Gerçeği tanımlarken neye dayanırız ve nasıl oluşur? İzleyicileri bu soruları sormaya ve bu sorularla oynamaya davet etmek istedim. Bu nedenle heykellerin kaidesini dev bir turnetten yaptım. İzleyicilere bu turnetler yardımıyla kil formları döndürerek istedikleri gibi yön verebilmelerini bu yolla da farklı perspektifleri oluşturmalarına davet ediyorum.

Bayburt’un coğrafyası eserlere de yansımış görünüyor. Nehrin akışı, rüzgar, kaideler, bitkiler, kil derken güçlü bir bütünleşme hali söz konusu. Bu ilham süreci nasıl gelişti?

Sanatçı Vuslat ile

Bu serginin üzerinde bir yıldan fazla süredir çalışıyorum. Baksı’nın adanmışlık hikâyesini, başlangıcından itibaren takip ediyordum. Hüsamettin Koçan’ın bu vizyona ve coğrafyaya olan bağlılığını ve cesaretini takdir ediyor ve saygı duyuyorum. Hüsamettin Hoca bana sergi teklifini getirdiğinde, vakfın üstlendiği yeni projeleri benimle paylaştı. Bu projelerin temelinde yenilikçi bir yaklaşım ve coğrafyanın insanlarını kalkındırma, onları belirli konularda eğitme ve en önemlisi, onları dinlemeye ve dinlediklerini anlamaya teşvik edecek bir vizyon vardı. Bu vizyonun, kendi yaşam anlayışımla ve vakfımızın amacıyla örtüştüğünü gördüm. Hazırladığım eserler ve Chus Martinez ile birlikte çalıştığım bu serginin müze programına uygun olduğu düşüncesi bizi bir araya getirdi. Bu programa bu sergiyle dahil olmanın en heyecan verici yanı, kendi köklerimle çalışma fırsatı sunması oldu. Bu süreçte burayı sık sık ziyaret ettim ve sergimi oluştururken Bayburt’un taşlarını, toprağını ve sığır kuyruğu bitkilerini kullandım.

Serginin güçlü bir multidisipliner tarafı var. İlk defa deneyimlediğiniz ve size farklı hissettiren bir materyal oldu mu?

Bir sanatçı olarak farklı ve yeni malzemelerle çalışmak beni heyecanlandırıyor. Bunun araştırma süreci de aynı derecede heyecan verici. Benim için yeni olmasa da izleyici için benim eserlerime farklı bir bakış açısı kazandıran benim için çok kadim bir malzeme olan kili heykellerimde kullandım. Kil, aslında heykel yapmaya başladığımdan beri her zaman birincil malzemem olmuştur. Her zaman üç boyutlu formları ararken kil ile başlarım. Hem mermer hem de bronz çalışırken, tüm formlarımı ilk olarak kil ile şekillendiririm. Fakat şimdiye dek izleyici ile buluşturmamıştım. Bunun yanı sıra sığır kuyruğu bitkilerini; bitkinin kendisini koruyarak maden ile kapladım. Bu sergi süreci içinde araştırmasını yaptığım benim için yepyeni bir teknik oldu.

Son olarak serginin bence önemli bir eşlikçisi sözleriniz. Metin ile güçlü bir bağınız olduğu bu cümlelerinizden belli. Bu cümleler nasıl döküldü kâğıda?

Yazmak benim için çok değerli bir eylem. Yazmak, her şeyin bir araya geldiği ve tamamlandığı anı oluşturuyor. Yaratıcı sürecimde heykel, desen ve diğer oluşumlar tamamlandıktan sonra, yazdığım bir metin sanki noktayı koyuyor ve bütünlüğü tamamlıyor.

{159411}

Burcu Dimili
Burcu Dimili Tüm Yazıları