Ayşe Birsel ile Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlamanın Sırları

Yazı Boyutu:
Ödüllü tasarımcı Ayşe Birsel, projelerinin merkezine yerleştirdiği hümanistik ve bütünsel yaklaşımının yanı sıra, sevdiğimiz yaşamı tasarlayabilmemiz için uygulamamız gereken Boz/Yap metodunu anlatıyor.
Mekanları yaşatmayı ve onlara yeni anlamlar katmayı önemseyen Kale Grubu, Karaköy’deki ilk genel merkez binasını kültürel mirasın korunması ve toplumsal hafızanın canlı tutulması için Kale Tasarım ve Sanat Merkezi’ne (KTSM) dönüştürdü.
KTSM’nin röportajlar serisinde; ödüllü tasarımcı Ayşe Birsel ile projelerinin merkezine yerleştirdiği hümanistik ve bütünsel yaklaşımının yanı sıra, sevdiğimiz yaşamı tasarlayabilmemiz için her birimizin uygulaması gereken Boz/Yap metodu üzerine konuştuk.
Endüstriyel tasarım okumaya nasıl karar verdiniz? ODTÜ ve ardından Pratt Enstitüsü’nde aldığınız eğitimler sonrası hayatınız nasıl değişti?
Lisede bize çaya gelen bir aile dostumuz bana endüstriyel tasarımdan bahsetti; çay fincanın neden o şekilde tasarlandığını, fincanın kıvrımının dudaklarımıza oturması için, kulbunun sıcak bir sıvıyı tutabilmemiz için, altındaki tabağının çay dökülürse sofra örtüsünü ıslatmaması için o şekilde tasarlandığını anlatmasıyla endüstriyel tasarıma aşık oldum. Aslında önce avukat olmayı, sonra da mimar olmayı düşünüyordum fakat endüstriyel tasarımın insan ölçeğinde olması ve ODTÜ’de o sıralar yeni açılan Endüstriyel Tasarım Bölümü beni bu mesleğe yönlendirdi. ODTÜ’nün Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden mezun olan üçüncü jenerasyonum. Sonrasında da New York Pratt Enstitüsü’nde endüstriyel tasarım üzerine yüksek lisans yaptım.
Bibi Seck ile nasıl bir araya geldiniz? Birlikte kurduğunuz Birsel+Seck markası altında yaptığınız projeler neler?
Renault için benden bir konsept arabanın içini tasarlamamı istediler. O güne kadar eşya tasarlamış bir endüstriyel tasarımcı olarak araba benim için yeni bir deneyimdi. Bu nedenle Renault’dan beni bu tasarımda yönlendirebilecek ve bana yardım edecek danışman bir kişi talep ettim. Bibi Seck, Renault için o güne kadar dört farklı araba tasarımı yapmış ve çeşitli ödüller kazanmış bir tasarımcıydı. Bu projede birlikte çalışabilmemiz için bizi New York’ta bir araya getirdiler. Biz bu çalışma sürecinde birbirimize aşık olduk ve sonra hem beraber çalışmak hem de beraber yaşamak istedik. Birsel+Seck markasını yaratarak onun araba tasarımından gelen deneyimlerini, benim ürün tasarımından gelen tecrübelerimle bir araya getirdik. Bugün Amerika’daki Fortune 100-500 şirketleri için inovasyon, ürün, servis ve sistem tasarımı yapıyoruz. Herman Miller, Toyota, Staples, Facebook, HP, Nissan, Renault, Tiffany&Co., Target, Ikea, Nike, Moroso, Amazon, Converse, Kale, Paşabahçe tasarım yaptığımız markalardan bazıları…
Bugüne kadar birçok farklı sektör için çeşitli tasarımlar gerçekleştirdiniz. Bunların arasında sizi en çok tatmin eden ve yaratıcılığınızı özgürce ifade edebildiğiniz hangileriydi?
Hangi şirketlerle değil de kimlerle birlikte çalıştığım benim için daha önemli oldu. Bir projede beraber çalıştığınız liderler sizinle benzer değerlere sahipse, o çalışma hem keyifli oluyor hem de son kullanıcıya ulaşıyor. Benim için en önemli olan tasarımlarımla insanların hayatında olumlu bir katkı yaratmak. Mesela; Amerika’da 65 yaş üstü için çalışan derneklerin başında gelen The Scan Foundation için geçtiğimiz sene yaptığımız ortak proje buna güzel bir örnek. Amacımız belli bir yaş üzerindeki insanlara iyi tasarım ve iyi servisler önermekti. Geçtiğimiz 30 senede insanların yaşamı uzadı. Bizim anneanne ve dedelerimizle hayatımız arasında neredeyse 30 senelik fark var. Bu yüzden onlara bir şeyi empoze etmektense, ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda onları da projeye dahil ederek sevdikleri hayatları tasarlattık. Sonuç olarak ne yaşta olursak olalım aynı şeyleri istiyoruz; aşk, sevgi, dostluk, sağlık ve iyi hissetmek… Ama bunlara ulaşmak için gereken araçlar ve servisler farklı. Biz de bunları ortaya koyduk ve hepimiz için çok keyifli bir proje oldu.
“Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın” kitabınızın hikayesini ve çıkış noktasını kısaca anlatır mısınız?
İlk olarak aslında “design thinking” olarak nasıl düşündüğümü ortaya çıkardım ve bunun üzerine bir çalışma yaptım. Buradan “Deconstruction/Reconstruction” yani “Boz/Yap” ismini verdiğim bir süreç ortaya çıktı. Bu benim 20 senelik tasarım deneyimimi gözden geçirip nasıl tasarladığımı yeniden analiz etmemi sağladı. Kişisel olarak hayatımın hep en büyük projem olduğunu düşünmüşümdür. Bu “Boz/Yap” sürecini hayatıma nasıl adapte edebileceğim ve bunu uygulamanın araç ve egzersizlerinin neler olabileceği üzerine düşünmeye başladım. İlk önce kendi hayatım üzerinde uyguladım. Hakikaten çalışıyor mu, kendi hayatımı tasarlayabiliyor muyum, hayatım konusunda farklı bir düşünceye beni götürüyor mu diye denemek istedim. O sırada da bir arkadaşım Academy Of Life adında yeni bir şirket kurmuştu. O da bana “Bu fikir çok enteresan, gel bizim için çalıştaylar yap” dedi. Bu teklife “Evet” dedim ve insanlar buna inanılmaz ilgi gösterdiler. “Boz/Yap”, zamanla binlerce insanın hayatına uyguladığı bir yöntem haline geldi. Bunu yaparken de insanlar bana kitap yazacak mısın diye soruyorlardı. Ben de üç senelik bir çalışma sonucunda “Design The Life You Love” kitabını yazdım ve Optimist Yayınevi tarafından “Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın” ismiyle Türkçeye de çevrildi.
Boz/Yap yaklaşımınızı yaşamlarımıza nasıl uygulayabiliriz?
Hayatımızı tasarlamak için 4 basamak var. İlk önce sizin için en önemli parçaları anlamak, ikinci adım o parçalara başka gözle bakmak, bunu yaparken sizin için en önemli olanları seçmek, hangilerini hayatınızda tutmak istediğinize ve hangilerini bırakmak istediğinize karar vermek, daha sonra da bu parçalarla “Reconstruction”; yani yeniden yapma sürecine geçmek. Son adım ise bu parçaları nasıl en iyi şekilde hayata geçirebileceğiniz üzerine düşünmek. Bozmaktan yapmaya geçerken en önemli şeylerden biri, kişisel değerlerimizi kullanmak, yani bizi biz yapan değerlerle seçimlerimizi yapmak. Bu şekilde bize benzeyen, bize özgü bir hayat kurmak mümkün oluyor.
Yaratıcılık sizin deyiminizle “arzularla ihtiyaçların kesişim kümesinde” ortaya çıkıyor. Peki bunu nasıl artırabiliriz?
Aslında yapmak istediğimiz pek çok şey bu ikilemin orta noktası. Benim en sevdiğim örnek tatil yapmak ve çalışmak eylemlerinin kesişim kümesinde oluşan orta nokta. Ben tatilde olmayı istiyorum ama çalışmam gerekiyor. Tatilde çalışabilirsem veya çalıştığım zaman tatilde gibi hissedersem bu yaratıcılığı tetikleyen bir katma değer yaratıyor. Bunun bir başka örneği İstanbul. İstanbul hem eski hem yeni, hem modern hem değil, hem doğu hem batı… Bunları bir araya getirdiğin zaman ortaya İstanbul çıkıyor. Bu zıtlıklar İstanbul’u daha çok güzelleştiriyor.
İzmir, New York ve Senegal kesişiminde çok kültürlü bir yaşamınız var. Sevdiğiniz yaşamı tasarlarken bu çok kültürlülük hayatınıza nasıl yansıyor?
Zengin bir dünya görüşü kazandırıyor. Tek bir cevabın olmadığını, farklı kültürlerde farklı yaklaşımların hakim olduğunu hatırlatıyor. Mesela Afrika’da gördüğümüz bir şeyi Paşabahçe için yaptığımız bir tasarıma taşıyabiliyor ya da Türkiye’de gördüğümüz bir yaklaşımı Amerika’da uygulayabiliyoruz. Sonuç olarak tüm bu birikim ve deneyimlerden yararlanarak birbirlerini besleyen kültürler arası köprüler tasarlıyoruz.
Bir ürün tasarımının iyi olabilmesi için size göre hangi kriterlere sahip olması gerek?
“By Design” kitabının yazarı Ralph Caplan’ın “Good Design” tanımlamasından bir alıntı yapmak isterim; “İyi tasarım, iyi yemek ve iyi seks gibidir.” Yani aslında iyi bir tasarım dediğimiz zaman, kullanıcısına ve kullanıldığı yere uygun bir tasarım demek istiyoruz. Ralph Caplan şöyle ekliyor: “Kötü tasarım can yakar”. Mesela erkek ayakkabılarıyla kadın ayakkabılarına baktığınız zaman bunu görebilirsiniz. Her iki cinsin de ayağı hemen hemen aynı fakat tasarımlar farklı. Mesela Ralph’ın söylediği, uzaydan biri gelse ve ayakkabılara bakarak insan ayağını anlamaya çalışsa bu ayakkabıların çok farklı ayaklar için tasarlandığını düşünür. Aslında doğru ve uygun ayakkabı tasarımı ne olmalı?
Biz kadın olarak topuklu ayakkabıları çok seviyoruz ama ayağımızı acıtıyor ve o ayakkabılarla koşamıyoruz. O zaman uygun ayakkabı tasarımı, ayaklarımızın içinde rahat edebileceği bir tasarım olmalı fikrine varıyoruz. Buradan varmak istediğim nokta, tasarım çok insani bir uğraş ve insanları anlamak da zor. O yüzden insanlar için neyin uygun olduğunu ve bunun da ötesinde, neyin üretilebilir ve satılabilir olduğunu öngörerek yaratılan bir ürün ancak iyi tasarım kıstaslarına sahip olabilir. Bunun yanı sıra tasarımın hep ileriye dönük bir bakış açısı var. Bugünden geleceği tasarlamaya çalışıyoruz; halbuki geleceği henüz bilmiyoruz. Yani hem çok keyifli hem de riskli bir uğraş. Bu yüzden yaptığımız şeylerden biri mümkün olduğu kadar fazla fikir üretebilmek ve bu fikirlerin permütasyonlarını alabilmek. Bir problemin tek bir çözümü yok, pek çok çözümü var ama o çözümlerden bazıları iyi bazıları kötü. İşte bunları görebilmek için hepsini bir arada göz önüne sermek ve iş birlikleri yapmak iyi tasarıma ulaşma yolunda yaratıcı bir yöntem.
Kale için yaptığınız son tasarımlardan bahsedebilir misiniz?
Kale için uzun soluklu birçok proje gerçekleştirdik. Bizim gibi bir inovasyon stüdyosu için, bu şekilde devamı gelen ortak projelere imza atmak önemli. Mesela Herman Miller bizim 20 senelik bir müşterimiz, Toyota ile hemen hemen 14 senedir çalışıyoruz, Staples ile 5 senedir ortak çalışma yürütüyoruz. Kale ile ise 5 seneyi aşan çalışmalarımız süresince aile gibi olduk. İlk olarak Boz/Yap metodumuzu Kale tasarımlarına uygulayarak başladık. Kale’nin büyük bir ürün yelpazesi var. O ürünlerden hangileri kalmalı hangileri koleksiyonlardan çıkartılmalı üzerine bir çalışma yaptık. Yani bir deyişle, Kale’yi bozduk ve yeniden yaptık. Bunu yaparken de Kale’nin inovasyon değerlerini gün yüzüne çıkardık. Bu değerleri bir süzgeç gibi kullanarak tüm tasarımları bu süzgeçten geçirdik. Kale’nin farklı markaları üzerinden her markanın tasarım değerini ortaya çıkardık. Bulduğumuz değerlerin bugüne kadar nasıl var olduğunu ve gelecekte nasıl var olabileceğini sorguladık. Mesela Çanakkale Seramik dediğimiz zaman daha doğaya yakın, doğanın renk ve formlarından etkilenen, Kalebodur’a baktığımızda ise daha mimari, matematiksel, çağdaş renk ve özellikleri taşıdığını gördük.
Bu şekilde markaların kimlik özelliklerini belirleyerek birbirlerinden farklılaştırdık. Bunu yaparken geçmişten geleceğe yol haritası kurguladık. Sonrasında “Sevdiğiniz karoyu tasarlayın” ismi altında keyifli bir başka çalışma yaptık. Son kullanıcılar, ustalar, influencer’lar ve mimarlarla workshop’lar gerçekleştirdik. Bu çalışmalarda karonun bugünden geleceğe giderken ne özellikler içermesi gerektiğini, farklı gruptan bu insanların ne istedikleri ve neye ihtiyaçları olduğunu görmek açısından yararlı oldu. Mesela ustanın karoya bakışıyla son kullanıcının karoya bakışı bazı noktalarda çakışıyor fakat bazı noktalarda ise farklı. Bu da bize tasarım için geniş bir bakış açısı sağladı. Daha önce bağlanmamış parçaları bağlayabilmek için bir tasarımcının bütünsel düşünceye ve geniş bakış açısına sahip olabilmesi önemli. Kale için yaptığımız son proje ise “Future Lab”, yani “Kale’nin Gelecek Laboratuarı”. Bunun için hem Türkiye’de hem de Amerika’da önde gelen mimar ve malzeme mühendisleri ile görüşmeler yaparak ilham kaynakları topladık. Bu araştırmalar sonucunda ansiklopedi gibi bir web sayfası hazırladık. Sürekli yenilenen ve gelecekle ilgili hazine niteliğinde bir çalışma oldu. Kale olarak neyi iyi yaptığımızı görmemizi sağlayan stratejik bilgiler içermesi açısından da önemli çünkü bence insanın veya bir markanın geleceğe gidebilmesi için geçmişini bilmesi esas unsurlardan.
Gelecek projeleriniz arasında neler var?
Şu anda, “Sevdiğiniz yaşamı ve sevdiğiniz işi tasarlayın” çok güncel bir konu. Hem yaşamımızın hem de işimizin iç içe geçtiği bir dönemden geçiyoruz. Bu durumla çok güzel örtüşen “Boz/Yap” metoduyla ilgili çalışmalarımız arttı. Restoranların, iş yerlerinin, yaşlılığın geleceğinin nasıl olacağı ile ilgili çeşitli fikir yazıları yazıyoruz ve bu çalışmaları ilgilenen şirketlerle paylaşıyoruz.