preloader

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Yazı Boyutu:

Dijital alışkanlıklarımızın çevrede bıraktığı ‘görünmez’ iz olan dijital karbon ayak izi nedir, insanlığın dijital varoluşunun çevreye etkileri nelerdir sizin için inceledik.

Modern toplum, son on yıldır, dijital ekonominin vaatlerine hatrı sayılır düzeyde özen gösterirken yine aynı dijital ekonominin negatif çevresel ayak izine gereken önemi vermiyor. Birbiri ile bağlantı kullanılabilen cihazların sayısının 2025’te 55,7 milyarı bulması bekleniyor. Akıllı telefonlarımız nadir metallere bağımlıyken bulut bilişimi, veri merkezleri, yapay zeka ve kripto paralar, çoğunlukla termik santrallerden elde edilen, yüksek oranda elektrik tüketiyor.

Dijital ekonomi, evrensel bir tanımdan yoksun olsa da, insanlar, şirketler, cihazlar, -çevrimiçi bankacılıktan araba paylaşımına ve sosyal medyaya- veri ve işlemler arasındaki günlük milyarlarca çevrimiçi bağlantıyı kapsıyor. Kimi zaman bilgi ekonomisi, bilgi toplumu veya internet ekonomisi olarak da adlandırılıyor. Yakıt olarak bilgiye bağımlı ve birçok şekli ile toplumdan faydalanıyor.

İnternet için en önde gelen şey hala kömür…

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Tabletlerden akıllı telefonlara, televizyonlardan elektrikli otomobillere modern dijital teknolojilerin bel kemiğini nadir toprak elementleri (rare earth elements, REEs) oluşturuyor.

Çin, 2019’da kaydedilen yaklaşık 132.000 tonla, dünyanın en büyük REEs üreticisi. Bu miktar, global üretimin %60’tan fazlasına eşit. Pastanın geri kalanı ise -neredeyse- Amerika ve Hindistan arasında bölüştürülüyor. Ve Çin, kıymetli ağır REEs (terbium, dysprosium, holmium, erbium, thulium, ytterbium, lutetium ve yttrium) üretiminde bayrağı tek başına taşıyor.

Çin’deki bu büyük ölçekli REEs üretimi, su kaynaklarına, toprağa ve havaya ağır metallerin karışması riskini taşıyor. Bu risk, maden arazilerinin yakınında daha ciddi boyutlara ulaşıyor. Çok fazla enerji tüketmeleri ve radyoaktif emilime neden oldukları için de çevresel olarak sürdürülebilir olmaktan son derece uzaklar.

Kimi zaman bulut sisteminin (ve dijital dünyanın) kömür ile başladığı söylenir; çünkü dijital trafik, elektriği tüketen sonsuz ve dağınık fiziksel altyapı gerektirir. Dünyanın en büyük elektrik kaynaklarından biri kömürdür ve bu alandaki üretimde de yine Çin ve Amerika başı çekmektedir.

Üç büyük bulut-programlama devi Google, Microsoft ve Amazon, bulut servislerini olabildiğince ‘yeşil’ tutmak için çaba harcıyor; Google, karbon nötr bağlılığı ile en yeşil bulut sağlayıcısı olduğu çıkışını yapıyor. Ancak çevre grupları bu üç şirketin iddialarını, fosil yakıt kullanmaya devam etmelerinin günah keçisi olarak kulladıkları gerekçesi ile tartışmaya açık bırakıyor.

Enerjiye aç olan veri merkezleri

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Dünyanın olağanüstü nicelikteki bilginin depolandığı veri merkezleri, global elektrik stoğunun %3’ünü tüketiyor -bu oran tüm Birleşik Krallık’ın tükettiği elektrikten fazla- ve global hava taşımacılığı gibi sera gazı emisyonunun %2’sini üretiyor. Bu rakamın 2040’ta %14’e ulaşması bekleniyor ki Amerika şu anda neredeyse benzer oranda sera gazı üretiyor. Amerika’da veri merkezleri global olarak 200 terawatt-saat kullanımdan ve ülkenin elektrik kullanımının %2’sinden sorumlu.

Greenpeace East Asia ve North China Electric Power University’nin yayınladığı rapora göre Çin’deki veri merkezleri 2018 senesinde 99 milyon ton karbondioksit üretti. Yani yaklaşık 21 milyon otomobilin bir sene boyunca ürettiği karbondioksit kadar.

Kaldı ki sera gazı, endişelenmemiz gereken tek kirlilik tipi de değil. Veri merkezi hareketlerinin bir yan ürünü/ikincil sonucu olan elektronik atık (e-atık, e-waste) oranı Amerika Birleşik Devletleri’nde katı atıkların %2’sini, toksik atıkların %70’ini oluşturacak boyuta ulaştı. Dünya çapında ise son beş senede %21 artarak 2019 senesinde 53,6 milyon ton gibi korkutucu bir boyuta ulaştı.

Her sene 50 milyon ton elektronik atık ortaya çıkıyor. Bu, her saniye 1000 dizüstü bilgisayarın çöpe atılması demek. Bu hızla giderse, rakamın 2050’de senelik 120 milyon tona çıkması bekleniyor.

Bunun en önemli nedeni, firmaların planlı değer kaybettirme (planned obsolescence) adı verilen ve her yeni akıllı telefon veya dizüstü bilgisayar çıktığında bir önceki modelleri neredeyse işlevsiz hale getiren pazarlama stratejisi. Özünde ise, cihazların sadece -kasıtlı olarak- belirli bir süre çalışması ve kullacısı tarafından tamir edilmesinin zorlaştırılması motivasyonu ile üretilmesi anlamına geliyor. Oysa University of Edinburgh’un yaptığı çalışmaya göre, bir bilgisayarı ve monitörü 4 ila 6 sene kullanırsak 190 kilogram karbon emisyonundan kaçınmış oluyoruz. Apple da yakın zamanda, Self Service Repair adı verilen yeni bir girişimini duyurdu; bu girişimle müşterilere kendi Apple ürünlerini tamir edebilecekleri bazı parçalar ve aletler üretilecek. Fransa’da çıkarılan yasa ile de elektrikli cihazların ömrünün uzatılması amacıyla cihazlara ‘tamir edilebilirlik bilgisi’ eklenmesi zorunlu kılındı.

Bir diğer alan, çoklu bilgisayarlar arasında merkezi bir otorite tarafından kontrol edilmeyen sürekli para akışlarının kayıtlarını tutan dijital kasa defteri olarak tanımlanabilecek blok zincirine bağımlı Bitcoin ve diğer kripto paralar. Bir dolar değerinde bir Bitcoin’i üretmek için gerekli enerji miktarı, aynı değerde bakır, altın veya platin madenciliği yapmanın iki katı.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

2014 tarihli bir çalışma, Bitcoin’in İrlanda kadar enerji tükettiğini söylüyor.

Kripto sanatın her bir parçası, geri ödenebilir olmayan paraların (non-fungible tokens, NFTs) yani onları alıp satmak için kullanılan kripto paraların üretilmesinde milyonlarca ton karbondioksit emisyonunun ortaya çıkmasından sorumlu. Aralarında bu çılgınlıktan faydalanmış olanların da bulunduğu bazı sanatçılar, bunun kolayca çözülecek bir sorun olduğunu söylüyor. Diğerleri ise sunulan çözümlerin boş bir hayalden ibaret olduğunu düşünüyor.

Yapılan hesaplamalara göre satılması planlanan 300 parça (3 eserden 100’er tane) dijital sanat eseri, ortalama bir Avrupalının 20 senede kullandığı miktarda elektrik yakıyor. Bir edisyon NFT’nin açık artırma ve satış işlemi sırasında ise 340 kilowatt-saat enerji kullanılıyor ve 211 kilogram karbondioksit açığa çıkıyor. Bu oranlar bir Avrupalının 1 aylık elektrik tüketimine, kettle’da 4.500 kez su kaynatmaya veya 2 saatlik bir uçuşa eşit.

Gelelim hayatımızda döndüğümüz her köşede karşımıza çıkmaya başlayan metaverse mevzusuna. Metaverse, kullanıcıların simüle edilmiş senaryolarda eş zamanlı olarak deneyimlerini paylaşabilecekleri ve etkileşime geçebilecekleri sanal bir dünya. Microsoft tarafından ‘internetin yeni versiyonu-yeni vizyonu’ olarak tanımlanıyor. Verinin hacmi, çeşitliliği ve hızı yapay zeka uygulamaları üzerinden kullanıcılar tarafından ortaya çıkarılıyor. Metaverse aynı zamanda, halihazırda el hareketi veya göz takibi gibi derin nöral bağlantılarla harekete geçen yapay zeka teknolojilerini kullanan, sanal gerçeklik (virtual reality, VR) teknolojilerine de gereksinim duyuyor. Her ne kadar Apple, Disney, Nvidia, Microsoft ve eski Facebook Meta bu mevzuya dahil olma şevklerini birer ikişer ortaya koysa da metaverse’ü çalıştıran yapay zekanın çevresel maliyetinin büyüklüğü henüz belirgin değil.

Güncel araştırmalar, bilgisayar sistemindeki büyük ölçekli bilgiden beslenerek ve olasılıkları hesaplayarak eğitilen kapsamlı bir yapay zeka modelinin, ortalama bir Amerikan otomobilinin ömründe saldığının 5 katı oranda, yaklaşık 284 ton karbondioksit saldığını gösteriyor. Bu sonuçlar bize, yapay zekanın dijital ayak izinde ciddi bir büyüme sorunu olduğunu söylüyor.

Dijital varoluşumuz ve bıraktığımız sürpriz izler

Mayıs 2020’de, koronavirüs salgınının sonucu olarak, çalışan her 3 kişiden 1’i işini evden yapmaya başladı. %6’lık bir artışa denk gelen bu değişiklik ile bir anda hayatlarımız her zamankinden daha sürdürülebilir göründü; seyahate olan ihtiyacımız azaldı ve basılı olan her şey bir anda ortadan kayboldu. Eski rutinlerimizin yerine film yayınları, Zoom toplantıları ve çevrimiçi egzersiz dersleri geldi; Netflix 2020 Ocak ile Mart ayları arasında günlük trafiğinde %16 gibi roket bir artış olduğunu duyurdu. Ve fakat bu, dijital karbon ayak izimizi yoğunlaştırarak devasa çevresel bedeller doğurdu.

Günlük olarak kullandığımız cihazlar belirli bir oranda elektriğe ihtiyaç duyar, ve bu elektrik çoğunlukla termik santrallerden sağlanır. 2021 tarihli Yale öncülüğünde çalışmaya göre, COVID-19’un evde-kal uyarıları ile geçen ilk aylarında internet kullanımı %40 arttı ve 42,6 milyon megawatt-saat ek elektriğe ihtiyaç duyuldu.

Pandemi ile ilişkili yaşanan dijital değişim/geçiş, seyahat ile ilişkili karbon emisyonunu azaltmak gibi önemli çevresel etkiler sağlasa da dijital merkezli bir dünyanın düşündüğümüz kadar temiz olmadığını göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Global nüfusun yaklaşık %60’ı yani 4,66 milyar aktif kullanıcısı ile internet, senede 1,6 milyar ton sera gazı emisyonuna neden oluyor. Cihazlarımızın, internetin ve destekleyici sistemlerin karbon ayak izi, global sera gazı emisyonunun neredeyse %3,7’sini oluşturuyor ve bu oranın 2025’te ikiye katlanması bekleniyor. Yine gelişmiş ülkelerde yaşayan insaların internetin karbon ayak izinin çoğunluğundan sorumlu olduğu son derece açık.

Eğer uzaktan çalışma ve diğer fiziki mesafe gereklilikleri kalıcı hale gelirse dünya çapında 34,3 milyon ton karbondioksitin ve diğer sera gazlarının ortaya çıkması öngörülüyor. Bunu telafi etmek (carbon-offset) için Portekiz’in iki katı genişliğinde bir ormanlık alana ihtiyaç var. Elektriği üretmek, sunucuları soğutmak gibi adımlar içinse 317.200 Olimpik havuzu dolduracak suya gerekiyor. Ve tüm bu bilginin işlenmesi ve dağıtılması için gerekli enerjinin üretilmesi için Los Angeles şehri kadar bir alana iz bırakılması da beraberinde geliyor.

Dijital hayatlarımızın görünmez sonuçları bunun ötesine geçiyor. Buluta yüklenen o e-posta, dijital fotoğraf albümü, çevrimiçi egzersiz dersi veya paylaşımlı iş dosyası karbondan arındırılmış uzayda, bir nevi bir bulutta durmuyor şüphesiz. İnternet ve sakladığımız bilgilerimiz veri merkezlerinde saklanıyor. Sunucu çiftlikleri de denilen bu devasa enerji-yoğun alanlarda aynı zamanda o cihazları soğutacak diğer cihazlar da çalışıyor. Tabii ki elektrikle.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

2025’e kadar bulut sisteminde yüz zettabyte veya bir trilyon gigabyte bilginin saklanması bekleniyor.

Google Drive, Dropbox gibi bulut servisleri, periyodik olarak artık kullanmadığınız dosyaları düzenli olarak siliyor. Bu süreci siz de kendi bilgisayarınızda uygulayabilir ve gereksiz veya artık zamanı geçmiş dosyaları düzenli olarak silebilirsiniz.

YouTube, Zoom, Instagram, Facebook, Twitter, Microsoft, Amazon, TikTok ve Netflix gibi bulut-temelli saklama hizmeti sağlayan firmalar, verimliliklerini artırmak ve enerjilerini azaltmak gibi adımlar atmaya devam ediyor.

Dünya internet trafiğinin %60’ını oluşturan çevrimiçi video izlemek, en büyük yığın olarak sayılıyor ve senede 300 milyon ton karbondioksit üretilmesine neden oluyor. Global emisyonun neredeyse %1’i olan bu kümeye cihazlar, sunucular, ağ sağlayıcılar ve içerik dağıtıcılar tarafından kullanılan elektrik dahil. O yüzden kendimizi gereksiz izleme konusunda ne kadar sınırlayabilirsek ve odadan ayrıldığımızda veya uyuyakaldığımızda yayını durdurursak yüzdelerde az da olsa aşağı oynama olmasını sağlayabiliriz.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Eğer 70 milyon streaming üyesi video izlerken ekran kalitesini bir seviye düşürürse aylık sera gazı salınımda 3.5 milyon tona kadar azalma sağlanabilir. Bu Amerika Birleşik Devletleri’nin aylık kömür tüketimini %6 oranında azaltması ile eş değer.

Amazon Prime ve Netflix gibi üyelikli video sağlayıcılar ile YouTube veya sosyal medya üzerinden video izlemek benzer kirlilik orana sahip. Netflix, senelik enerji tüketiminin 451.000 megawatt-saat olduğunu açıkladı; yani 37.000 eve enerji vermeye yetecek kadar. Yine de yenilenebilir enerji sertifikaları ve telafi edici uygulamaları ile fosil yakıtlardan sağladığı enerjiyi karşıladığı konusunda ısrarcı.

Müzik dinlemenin ve indirmenin de çevreye etkileri var. 5 milyon kez çalınan bir şarkının toplam emisyon miktarı 250.000 ton karbondioksiti aşıyor. Dinlemelerin bazıları ise istemsiz gerçekleşiyor. Yapılan çalışmalar, kimi insaların uykuya dalmak için bir yayın açtığını ve arka plan sesi olarak uykuya dalmış olsa da yayını oynattığını; bu nedenle herhangi bir kazanımı olmayan karbon üretildiğinin altını çiziyor. Bu noktada kullanıcıların otomatik çalma ayarlarlarını düzenlemelerinin ve gerekli olmayan durumlarda çözünürlüğü yüksekten düşüğe almalarının yine de bir fark yaratabileceği söyleniyor.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Telefonunuzdan bir YouTube videosu izleyeceğinizde mobil servis sağlayıcıların enerji gereksinimlerinin Wi-Fi’ın iki katı olduğunu hatırlayın.

Yine de ses, daha az enerji tüketimi ve karbon gereksinimi ile, imaja göre daha az problemli bir alan. University of Oslo’nun yaptığı araştırmaya göre müzik dinlemek, sadece Amerika’da indirilen MP3 şarkıların bıraktığı ayak izi 200.000-350.000 ton karbondioksitken, daha önce hiç bu kadar yüksek çevresel etkiye neden olmamıştı. Eğer bir şarkıyı hayatınız boyunca yaklaşık 27 kez dinleyeceksiniz, evet, veri akışı plağa göre daha iyi bir olasılık.

Amerika’daki oyun piyasasının enerji kullanımını haritalandırmak için yapılan ilk girişim, yıllık 24 megaton karbondioksit üretildiği sonucuna vardı. University of California’nın yaptığı çalışmaya göre Amerikalı bilgisayar oyuncuları hane elektriğinin %2,4’ünü kullanıyor. Senelik 32 terrawatt-saatlik bu enerji, buzdolaplarının veya çamaşır makinalarının kullandığından fazla.

Fortnite gibi çoklu oynanan oyunların karbon ayak izi, karşılık verecek şekilde tasarlandıkları için çok fazla bilgi trafiğine gereksinim duymuyor. Ancak -yine Fortnite gibi- güncellenen oyunlar, her birkaç haftada bir yeni özellikler gibi gigabyte’larca güncel verinin indirilmesini teşvik ediyor.

Eğlence ihtiyacını sosyal medya üzerinden karşılayanlar içinse haberler iyi. Sosyal medya, tartışmalı olarak, dijital ekonominin en az karbon yoğun kolu. Facebook’un sürdürülebilirlik raporuna göre bir kullanıcının yıllık karbon ayak izi 299 gram karbondioksit, yani kettle’da bir fincan su kaynatmak kadar. Ancak platformun bir milyardan fazla kullanıcısı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu çok fazla fincan su demek.

Yine de sosyal medyadaki ve diğer uygulamalardaki bazı özellikleri kapatarak karbon tasarrufu sağlayabilirsiniz. Zira akıllı telefonlardan gelen trafiğin %10’unu otomatik bulut yedeklemeleri ve uygulama güncellemeleri oluşturuyor. Gereksiz yedeklemeleri ve otomatik güncellemeleri kapatarak etkiyi az da olsa azaltmak mümkün.

Cihaz kullanım alışkanlıklarımızı gözden geçirerek de dijital karbon ayak izimizi azaltabiliriz. Bunun en kolay yolu, mesaj gönderme şeklimizi değiştirmek.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Belki de şaşırtıcı olmayacak şekilde, bir e-postanın karbon ayak izi dramatik şekilde değişebiliyor; spam mailler 0,3 gram, sıradan mailler 4 gram, fotoğraf eklentili mailler 50 gram karbondioksit salınımı yapıyor. Kaba bir hesaplama ile tipik bir iş insanı her sene mail atarak 135 kilogram, yani bir aile otomobilinde 322 kilometre yol yapmak kadar, karbondioksit açığa çıkarıyor. Bunu azaltmak da pekala mümkün. Enerji şirketi OVO’nun yaptığı araştırmaya göre Birleşik Krallık’taki her yetişkin bir tane daha az ‘teşekkür’ maili atsaydı senede 16.433 ton karbon, yaklaşık 3.334 diesel otomobilin trafikten çekilmesi kadar, tasarrufu sağlanabilirdi. Dolayısıyla gereksiz mail atmak yerine ofiste iş arkadaşlarınızla konuşmayı seçmek, mesaj kutunuzu dolduran eski maillerinizi silmek ve ihtiyacınız olmayan mailing listelerinden çıkmak iyi bir başlangıç olabilir.

Ortalama bir kullanıcı her sene üyeliklerden 2.850 istenmeyen mail alıyor. Bu da 28,5 kilogram karbondioksitten sorumlu olmak demek.

SMS göndermek, iletişimde kalmak için belki de en çevre dostu yazışma aracı; çünkü her mesaj sadece 0,014 gram karbondioksit üretiyor. Bir tweet’in karbon ayak izi ise yaklaşık 0,2 gram karbondioksit. WhatsApp veya Facebook Messenger gibi özel uygulamalar içinden yapılan mesajlaşmalar da mail göndermeye kıyasla daha az enerji bağımlı. Yine de bu biraz mesajın içeriği ile de alakalı; GIF, emoji veya imaj göndermek, düz metne göre daha büyük ize sahip.

Kısa telefon konuşmaları ile SMS göndermek arasında da belirgin bir fark yok; ancak internet üzerinden yapılan video konferansların etkisi son derece yüksek. 2012’de yapılan bir çalışma, farklı ülkelerden katılımcılar arasında gerçekleştirilen beş saatlik bir video konferans boyunca 215 kilograma kadar karbondioksit üretilebildiğini söylüyor.

Bir diğer hileli alan, internet araması. Bundan on sene önce, Google tarafından yayınlanan bilgilere göre, her bir internet aramasının 0,2 gram karbondioksit ayak izi vardı. Bugün Google, operasyonlarındaki karbon ayak izini azaltmak için yenilenebilir enerji ve telafi projeleri karışımını kullanırken Bing arama motoruna sahip olan Microsoft, 2030’a kadar karbon-negatif olacağının sözünü veriyor.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Google kaynaklarına göre, günde 25 arama yapan, 60 dakika YouTube izleyen ve Gmail hesabı olan ortalama bir kullanıcı, günde 8 gramdan az karbondioksit üretiyor.

Yeni arama motorları, bununla beraber, kendilerini telafi etmenin daha yeşil yöntemlerinden ayrı tutacak seçeneklere yöneliyor. Ecosia, örneğin, gerçekleştirdiği her 45 arama için bir ağaç dikiyor; ancak bu ve bunun gibi projelerin başarıları çoğunlukla ağacın ne sürede yetiştiği ve kesildikten sonra onlara ne olduğu konuları ile ilintili oluyor.

Yine de bilgiye erişmek için interneti kullanmak, kitaplar arasında aramaktan çok daha sürdürülebilir gibi görünüyor. Zira bir hafta sonu gazetesinin ortaya çıkması için 0,3 ila 4,1 kilogram karbondioksit salınması gerekiyor. Yine de bir insanın ömrü boyunca okuyacağı kitap -kesin olmak gerekirse 2.300 adet- üretiminin karbon ayak izinin Londra’dan Hong Kong’a yapılan bir uçuşla eş değer olduğunu bilmek tercih önceliklerimizi belirlememiz açısından önemli bir ipucu olabilir.

Birleşik Devletler Enerji Bakanlığı, eğer iki saat ve daha uzun süre kullanmayacaksanız bilgisayarınızı kapatmanızı öneriyor. Cihazların ekran ışıklarını kısmak da; örneğin %70’e getirmek dahi, yaklaşık %20 enerji tasarrufu yapmanızı sağlıyor.

Dijital karbon ayak izimizi azaltmanın bir diğer yolu, şarj aletlerini, televizyonu ve masaüstü bilgisayarları -özellikle evden belirli bir uzunlukta süre için çıkıyorsanız- fişten çekmek. Hanede tüketilen enerjinin 4’te 1’i vampir güç (vampire power) denilen, kapalı olsalar dahi fişte takılı olduğu süre boyunca enerji emen cihazlardan kaynaklanıyor. Bunun en pratik çözümü, cihazları enerjisi düğmesi olan çoklu prizlerde toplamak ve tek seferde enerji akışını kesmek.

Dijital Ekonominin Ardında Bıraktığı Çevresel Ayak İzi

Aslında her şey, boş odanın ışığını söndürmek gibi, sorumlu alışkanlıklar geliştirmekle alakalı. Dijital ekonominin araçlarının kalitesi ne kadar artarsa artsın onları nasıl kullanacağımız üzerindeki güç bize ait. Her filmi yüksek çözünürlükte izlemeyebiliriz. Belki de mümkün olan her durumda Zoom toplantımızdaki video özelliğini kapatabiliriz. Tüm bu davranışlar kolektif olarak büyük bir etki yaratacaktır.

Zeynep Özar Berksü
Zeynep Özar Berksü Tüm Yazıları