preloader

Sanatçı Sohbetleri: TUNCA

06.02.2024
Sanatçı Sohbetleri: TUNCA

Yazı Boyutu:

Gastronomi ve sanat bağlamında gerçekleştirdiği performanslarla dikkat çeken sanatçı TUNCA ile “Muhatabı Olmayan Mutfak” adlı sergisi üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

TUNCA’nın sanat çalışmalarının önemli bir parçası olan yemek pişirme pratiği ve 20. yüzyıl ütopyaları zemininde yaptığı tarihsel araştırmalarının ürünü olan kişisel sergisi “Muhatabı Olmayan Mutfak” İMALAT-HANE’de ziyarete açıldı.

Sergiye ek olarak, sanatçının iki hafta arayla farklı disiplinlerden uzmanların katılımıyla düzenlediği yemek performanslarında, pişirilen yemekler eşzamanlı olarak izleyiciye servis ediliyor. Jorela Karriqi iş birliği ile mekâna özgü tasarlanan sergi kurgusu içinde düzenlenen performanslar, konuk ve izleyici arasında interaktif karşılaşmaların yaşandığı bir yemek daveti sunuyor.

Yemek pişirme pratiği sanat çalışmalarınızın önemli bir parçasını oluşturuyor. Merak ediyorum bu alanda üretmeye nasıl başladınız?

2014’te sergilediğim “Desire” projesi için 2013’te çalışmaya ve hazırlanmaya başlamıştım. Aslında hep aklımda vardı gastronomi üzerine işler üretmek ve artık başlamayı düşünürken o dönemde çok tartışılan bir görsel tetikleyici oldu. Görselde, siz de hatırlarsınız tahmin ediyorum, Recep Tayyip Erdoğan elleriyle tavuk yiyordu ve bu görsel, nezih bir sofrada zarafetle çatal bıçak tutan bir Atatürk görseli ile karşılaştırılıyordu sosyal medyada. Bu karşılaştırma üzerinden gelişen tartışmalarla beslenerek “modernist” lider figürlerinin bakış açılarıyla ilişkili olan ya da ironi teşkil eden birtakım gastronomi imajları üzerine çalışmaya ve desenlerini yapmaya başladım. Proje zamanla daha da gelişerek, benim liderlerle eşleştirdiğim yemekleri, profesyonel aşçılık eğitimi alarak pişirmeme ve bu süreci bir video işiyle de belgelememe evrildi.

Fakat sanatsal üretimin bir kültür birikimin yansıması olduğunu düşünürsek aslında çocuklukta, ülkenin çeşitli bölgelerine özel reçetelerin kullanıldığı babaanne mutfağında geçen günlerden, yetişkinlikteki mutfak hazlarına kadar geçen sürede oluşan bir birikimi de nasıl başladı sorusuna cevap saymamız gerekir.

İMALAT-HANE’de izleyiciyle buluşan “Muhatabı Olmayan Mutfak” adlı serginiz, 20. yüzyıl ütopyaları zemininde yaptığınız tarihsel araştırmalarınızı karşımıza çıkarıyor. Sergi fikri nasıl ortaya çıktı ve şekillendi bahsedebilir misiniz?

“Desire” sergisi sonrasında gerçekleştirdiğim üretimler, performanslar, atölyeler, konuşmalar süresince, bir yandan da tarih ve bellek üzerine işler üretirken, aklımda hep alışılmadık bir mutfak kurma fikri vardı. Bu fikrin ilhamlarından birisi de Stalin’in proletaryaya neleri ve nasıl yemeleri gerektiğini anlatan ütopik yemek kitabıdır.

Önceki röportajlarımda da belirtmişimdir; gerçekleştirdiğim performanslarla mutfağın sosyolojik ve politik durumunu irdelerken edindiğim pratiği geliştirmek, başka sanatçıların, şeflerin, aktivistlerin, düşünürlerin üretimlerine alan açacak bir atölye mutfak ve restoran kurmayı planlıyor ve bunun üzerine çalışıyordum. Bu çalışmalar da “Muhatabı Olmayan Mutfak” adını alarak şeklinden içeriğine zaman içerisinde formunu buldu.

Sergi kapsamındaki her performansın da bir eşlikçisi var. Bunu nasıl kurguladınız?

Aslında her performansın iki eşlikçisi var. Alışılmadık bir mutfak fikri üzerinde çalışırken gerçekleşecek performansların kolektif bir buluşma olmasını da planlıyordum. Bu buluşmalar izleyiciye gastronomi ve sanat bağlamında ulaşırken, yeme-içme kültürünün ifade biçimlerinin, farklı disiplinlerden uzmanların katılımıyla genişletilmesini de istiyordum. Belirlediğim isimlerle; her performansın odaklandığı konu üzerine uzman bir konuk ve konu ile bağdaşan çalışmalar yapan şefler eşliğinde performansları gerçekleştiriyoruz.

İşbu performatif gastronomi deneyimlerinde, yemek pişirmenin ve yemenin sosyopolitik yönleriyle ilgilenen izleyiciler, yemek yeme ya da yemek yapımını izleme hâli ile sanatsal çıkarımlarını yapmaya da davet ediliyor. Brecht’in “yabancılaştırma efekti”ni düşünerek, nesnelliğini koruyan, aktif ve eleştirel bakış açısıyla izleyicinin seyreylediği bu performansları, izlediğinin tadına ve kokusuna da bakarak deneyimlemesini hedefliyoruz.

“Muhatabı Olmayan Mutfak” (MOM) performanslarında Ece Pazarbaşı (Küratör), Vedat Ozan (Parfümör/Koku Uzmanı/Yazar), Zeynep Sayın (Yazınbilimci/Sanat Kuramcısı/Öğretim Üyesi) ve Antonio Cosentino (Sanatçı) konuklarımız, şeflerimiz ise Okan Tapan (Yuri Chefs’ Table), Arzu Acurol (Şef/Yazar), Tayfun Gökşin (Trata Ayvalık) ve Melike Zeytinci (Sofia Ayvalık).

İlk performans Ece Pazarbaşı eşliğinde gerçekleşti, nasıl bir deneyimdi sizin için?

Diğer performansların da istediğim nitelikte geçeceğinin habercisi bir ilk performans deneyimledik diye düşünüyorum. Geri dönüşlere de bakılırsa hem izleyici hem mekân hem de eşlikçiler için keyifli, farklı ve paylaşımcı bir tecrübe olmuş, buna seviniyorum.

Sanatçı Sohbetleri: TUNCA

Öncesinde çok detay vermeme hakkımızı kullandığımız ve oldukça belirli bir kurguda ilerlediğimiz için beklentilerin tümünü karşılamak mümkün değil tabii keza tipik olmayan, alışılagelmedik bir sosyal paylaşım üzerine çalışıyoruz. Dilerim bundan sonraki her performans da emeğini ve zamanını ayıran herkes için ilki gibi heyecanlı ve tatminkâr geçer.

Mekâna özgü tasarlanan sergi kurgusu Jorela Karriqi iş birliğinde hayata geçti. Bu aşamadan bahsedebilir misiniz?

MOM henüz fikir aşamasındayken aklımdaki şekli -şimdi olduğu gibi- daireseldi, bu sebeple ilk eskizleri de son hâline çok benzer. İlkel insanın ateşin etrafında toplanmasından bu zamana dairesel dizilimin bir topluluk için ne kadar davetkâr olduğunu görüyoruz.

Sanatçı Sohbetleri: TUNCA

Zamanın döngüsel bir formda olduğu ve bu döngüsellikte sonsuza dek yinelenme düşüncesiyle, Jorela ile de çalışmalarımız bu eksende ilerledi. İzleyicilerle eşlikçiler arasındaki mesafesizliğe, hiyerarşik olmayan ve üretimi merkezine alan demokratik bir düzen olmasına dikkat ettik. Bir ev mutfağı duygusunda, paylaşımın herkes için merkezde olduğu bir sosyalleşme alanı yaratmak istedik. Bu alanın da olabildiğince modernist -hatta belki fütürist- bir çizgide olmasını tercih ettik. Bu sebeple ev ortamıyla bağdaşmayan endüstriyel, soğuk ve kayıtsız malzeme kullanımı, mutfağın estetik görselliği yerine tadıyla, dokusuyla, kokusuyla içeriğine odaklanmamız gerekliliğine steril bir atıf olarak değerlendirilebilir.

Jorela ile iş birliğimizi, sadece tam aklımdaki gibi ortaya çıkan çok başarılı bir tasarımı gerçekleştirmesi ile sınırlamak istemem; daha en baştan bu zamana sergi kurgusu sürecinde üstlendiği kolaylaştırıcı rolü ve her daim esirgemediği yakınlığı için de kendisine minnettarım.

Günümüzde farklı disiplinlerin iç içe geçmesine, disiplinlerarası üretimlerin çoğalmasına dair birçok örnekle karşılaşıyoruz. Gastronomi ve görsel sanatlar da bu birlikteliğin nadide örneklerinden. Bu eşleşmelere daha çok sergilere özel tasarlanan yemeklerde, sanatçı / şef, sanat eseri / menü eşleşmelerinde denk geliyoruz. Hatta neredeyse bir akım hâline bile geldi diyebiliriz. Siz bu birliktelik ve birbirini besleme hâliyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bahsettiğiniz eşleşmelerle, sanat ve gastronomi vasıtasıyla gerçekleşen birliktelikler ve farklı alanların birbirini beslemesi her zaman muhatabına değer katar, yeter ki alanında uzman kişilerle etik bir çizgide gerçekleşsin.

Sanatçı Sohbetleri: TUNCA

Yaşadığımız ekolojik ve ekonomik kriz ortamı her gelir grubunu etkiliyor; bir sofranın etrafında buluşabilmek bile giderek zorlaşıyor. Sosyolojik belleğimizin ve tarihimizin bir parçası olan damak tadımızı sanat pratiğiyle ilişkilendirmeyi önemsiyorum. İsrafa ve bilinçsiz tüketime yol açmadığı, ticari güdümlerle yol almadığı ve ekolojiye, ortak üretim ve adil yaşama saygı duyulduğu sürece, izleyiciyi yeme-içme kültürü üzerinden sanata yakınlaştıran bu etkinlikleri destekliyorum.

Yaşamınıza ve çalışmalarınıza Ayvalık’ta devam ediyorsunuz. Bu üretim pratiğinizi nasıl etkiliyor?

Ayvalık, sakinine çok değer katan bir coğrafya, üretim pratiği açısından bana da pek çok katkısı oldu, oluyor. Birçok değerli sanatçı, Ayvalıklı, Ayvalık’a bizim gibi sonradan yerleşmiş ve de sıklıkla ziyaretimize gelen dostlarımız bu beslenmenin başrolünde.

Yerel üretime kolaylıkla erişebilmek, beldenin tarihi geçmişinden gelen çok kültürlü gastronomisi, yeniliğe açık yöre insanları, görece yavaş akan yaşamın rahatlığında kolay kurulabilen diyaloglar ve kentin hep var olmuş kültür insanlarıyla kesişen bir yaşam içerisinde özellikle yemek üzerine gelişen pratiğim için kazanımlarım saymakla bitmez.

Bursa’da kişisel bir sergiyle izleyiciyle buluşmak nasıl bir deneyimdi?

Güçlü bir sanayiye, çok eskiye uzanan bir ticaret geleneğine ve köklü bir tarihe sahip olan Bursa, köklü bir kültür arşivi olan kadim bir kent. Ayrıca Bursa’nın Osmanlı saray mutfağında hep önemli bir yeri olmuş ve kent geçmişten beri gastronominin Anadolu’daki merkezlerinden birisi. Kentin kültür ve sanat hayatı da oldukça hareketli, bunu son yıllarda hepimiz gözlemliyoruz. Kültürel ve sosyal gelişimi önceleyen Bursalıların sergiye ve performanslara ilgisinden çok memnunum. Alışageldiğimiz açılışlarda ve sergi süreçlerinde artık çok da karşılaşamadığımız, daha dinamik, daha meraklı ve daha ilgili bir izleyici kitlesiyle “Muhatabı Olmayan Mutfak”ı paylaşıyor olduğuma seviniyorum.

Gelecek projeleriniz neler?

“Muhatabı Olmayan Mutfak”, sürdürülebilir bir mekân hâline getirip yaygınlaştırarak paylaşımlarını arttırmayı hedeflediğim bir proje. Devam edecek bu proje üzerine öncelikli olarak Ayvalık’ta çalışmalarımı sürdürüyorum ve sürdüreceğim.

Kapak fotoğrafı: Musa Kaya

Sergi fotoğrafları: Emirkan Cörüt

{47618}

Burcu Dimili
Burcu Dimili Tüm Yazıları