Tasarım Koleksiyonerliği Hakkında Bilmeniz Gerekenler
Yazı Boyutu:
Tasarım alanında değer yaratan projeler üreten Dilek Öztürk ve Bilgen Coşkun’un kurucu ortakları olduğu In Between Design Platform hakkında sohbet ettik.
Dilek Öztürk ve Bilgen Coşkun, kurucu ortakları oldukları In-Between Design Platform çatısı altında global tasarım tartışmasını Türkiye’ye taşıyıp, aynı zamanda Türkiye’den tasarımcılar ve tasarım alanında faaliyet gösteren kurum ve markalar için de temsiliyet alanı oluşturuyor. Akademisyen ve tasarım danışmanları olarak Milano, Paris, Stockholm Haftaları ve diğer önemli tasarım etkinliklerine davet edilen Öztürk ve Coşkun, bu deneyimlerini projelerine aktarıyor. Örneğin kürasyon ve stratejik yönetimini üstlendikleri sosyal tasarım projesi Atlas Harran kapsamında altı tasarım stüdyosu ile bir koleksiyon geliştirdiler ve bunu Türkiye ve yurt dışında Milano ve Stockholm Haftaları gibi önemli etkinliklerde sergilediler. Bu koleksiyonun satışından elde edilen gelirin önemli bir kısmı Harran’da üretimi üstlenen kadınlara aktarılıyor. Bir diğer projelerinde ise Swedish Institute ve İstanbul İsveç Başkonsolosluğu ile birlikte İsveç ve Türkiye arasında “yaratıcı, akllı ve kapsayıc şehirler” başlıkları etrafında; workshop, konuşma, atölye, sergi gibi farklı aktiviteleri kapsayan Equal Spaces isimli projelerini yürütüyorlar. Bununla birlikte, Maison & Objet Paris Fuarı’nın Marka Elçileri olarak, senede iki kez tasarım sahnesindeki yenilikleri Türkiye’de tasarım çevresine aktarıyorlar. Endüstri, kurumlar, tasarımcılar ve akademi bileşenleri ile tasarım alanında değer yaratan projeler üretmeye devam ediyorlar.
Son dönemlerde ‘collectible design’ kavramını sıklıkla duymaya başladık. Bu kavramı açabilir misiniz?
Tasarımın tanımı ve kapsamı zaman içerisinde değişime uğruyor. Günümüzde iyi tasarım sadece yaşam kalitesini arttırmakla kalmayıp, insan-çevre ilişkisini de konu edinmeli. Tasarımın farklı dalları ve açılımları farklı disiplinlere daha yakın olabiliyor. Örneğin malzeme geliştirme ve yapay zeka konuları daha çok bilim ve teknoloji ile ilişkili. Bununla birlikte tasarımın zanaatle yakınlaştığı durumları gözlemliyoruz. Tasarım objesi zamanının ayak izini, döneminin hafızasını oluşturur. Tasarımı sanattan ayıran en önemli kıstasın ‘tasarımın ikna etme özelliğinin olması’ olarak gösterilmekte.
Bugün bir ürünün koleksiyona dahil edilme kriterleri; tasarımın güçlü bir araştırma ve konsept üzerine oturtulması, tek ya da sınırlı sayıda üretilmesi, zanaat ile bütünleşmesi, malzeme kullanımında inovatif çözümler sunması, galeri bağlamında sunulması, tasarım tarihine farklı bir soluk kazandırabilmesi, gelecekteki yükselen değerleri ve eğilimleri belirlemesi, sanat tarihinde “masterpiece” olarak adlandırılan neyse, tasarım alanında da ”centerpiece” etkisi yaratması üzerine değişiyor. Üretim sürecinde sosyal ve çevresel fayda gözeten paylaşımcı ve katılımcı tasarım süreçleri de bugünkü ‘collectible design’ algısını ayrıştıran en güçlü kriterler.
Tasarımın koleksiyon mecrası olarak değerlendirilmesi geçmişten günümüze nasıl konumlanıyor?
19. yüzyıldan itibaren, arts and crafts akımının seri üretime karşı zanaatı yücelten tavrı ile, o dönemde ‘cabinet maker’ olarak da adlandırılan bir ekol oluştu. Fransa’da Emille Jacques Ruhlmman bu ekolün öncülerindendir. Bugün, o dönemden kalma parçalar antika ve müzayede piyasasında yatırım amaçlı bir yer ediniyor.
Emille Jacques Ruhlmman
20. yüzyıl modernitesindeki tasarım-koleksiyon ilişkisinin tanımı çok daha net; güçlü bir ekol oluşturmak, tasarım tarihinde bir kırılım yaratmak, orijinalliğinin korunması ve enderlikle birlikte o zamanki pazar algısı ve hakim zevk. Örneğin Jean Prouve’nin prototipleri ile Le Corbusier’nin ve Charlotte Perriand’ın 1920ler’de tasarladığı ve İsveçli üretici Embru-Werke AG’nin ilk üretimleri bu kapsamda.
Jean Prouve, Patrick Seguin Gallery
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Wiener Werkstate ve Bauhaus hareketlerinin ise, dünyada yeni bir stil etkisi yarattığını gözlemleyebiliyoruz. Mobilya, moda tasarımı, sanat, yazı, mimarlık; yani evinizdeki sofradan, konuştuğunuz dile, üzerinize giydiğiniz kıyafete kadar bir bütün olarak yaşam tarzları yeniden şekillendi. Işlevselliğin iyi tasarım ölçütü olduğu bu dönemden günümüze tasarım klasikleri oluşturan duayenler arasında Mies van der Rohe, Marcel Breuer, Wassily Kandinsky yer alıyor.
Mies van der Rohe
Türkiye’de modernist tasarımın öncüsü olarak Sadi Öziş, İlhan Koman ve Şadi Çalık’ın kurduğu Kare Metal Atöyesi yer alıyor. Bauhaus akımından da etkilenen bu üç duayen, zanaatı ve yerel malzeme kullanımını prensip edinerek, 1950ler’de Türkiye modern mobilya tarihinde yer edinecek ürünler tasarladı. Sadi Öziş’in bu dönemde tasarladığı koltuklar, geçtiğimiz yıllarda, globalde en önemli mobilya markalarından biri olan Walter Knoll’ün koleksiyonuna girdi. Seramik ve porselen alanında dünyanın ileri gelen firmaları ile işbirlikleri yapan ve saygın müzelerde, galerilerde çalışmaları sergilenen Alev Ebuzziya ise edisyonlu üretilen objeleri ile Türkiye’de fonksiyonel sanat alanının öncülerinden.
Sadi Öziş
Alev Ebuzziya
Sadi Öziş & İlhan Koman
1980’lerde Art Deco tasarım parçaları Andy Warhol, Yves Saint Lauren gibi bilinen koleksiyonerler tarafından satın alınınca, toplumda da Art Deco tasarım ürünlerinin koleksiyon parçası olabileceği ile ilgili bir algı oluşmaya başladı. Bununla birlikte modaya yön veren tasarımcılardan Karl Lagerfeld çok iyi bir Memphis koleksiyoneriydi. Kendisi vefatından hemen önce Carpenters Workshop Gallery için de bir collectible design koleksiyonu tasarladı.
Tüm bu dinamikler pazarı ve müzayede satışlarını da etkiledi. 2009 yılında Christies’in müzayedesinde Eileen Gray’in Dragon deri koltuğu 43 milyon dolara satıldı. 1950’lerin İtalyan tasarım duayenlerinden Carlo Molino’nun tasarladığı bir yemek masası ise 2005’te yine Christies’te 3,8 milyon dolara alıcı buldu. 1950’lerde Jean Prouve’nin tasarladığı okul sandalyeleri ve masaları bugün birçok antika eserden daha değerli. Pierre Paulin’in 70’lerde tasarladığı aydınlatma ürünleri ve mobilyaları, Oscar Niemeyer ve Isamu Noguchi’nin heykelsi formlardaki mobilyaları da aynı şekilde.
Pierre Paulin – Sehpa
Oscar Niemeyer – Rio Chaise Lounge
Isamu Noguchi – Sehpa
Eileen Gray – Dragon Armchair
Bir önceki yüzyıldan kalan bu parçalar, herhangi bir üretici firma ya da vakıf tarafından çoğaltma hakları alınmadığı sürece, koleksiyonerlerin ya da müzayedelerin elinde bir yatırım aracı olarak değer bulabiliyor.
Bu tasarımların piyasada bu değerleri bulmasından sonra, özellikle 1990’lardan itibaren dünyadaki galeriler, tasarımcılara sınırlı sayıda (edisyonlu) koleksiyonlar tasarlatmaya başladılar. Bu dinamik, dünyadaki sanat danışmanlarını, galericileri tasarıma da yönlendirdi. Tasarım galericiliğinin de çok uzun süredir sanat koleksiyonerliği yapan kişilerle başladığını gözlemleyebiliyoruz. Patrick Seguin’nin çok iyi bir Jean Prouve koleksiyoneri olması, Paris’teki galerisinin temellerini atmış. Clemence ve Didier Krentowski çok uzun senelerdir sanat toplamalarının ardından Galerie Kreo’yu kurmuşlar.
Bugün collectible design alanında verilebilecek en iyi örneklerden biri de Marc Newson’un Lockhead Lounge isimli alüminyum koltuğu. Bu koltuk orijinal değerinin 50 katına, 2 milyon pound’a Philips’in Londra’daki müzayedesinde satıldı. Newson’ın çağdaşları Bouroullec Brothers, Konstantin Grcic, Ron Arad, Jasper Morrison, Tom Dixon ve Campana Brothers da 90’lardan günümüze bu piyasaya en hakim tasarımcılar.
Tom Dixon – Pylon Chair
Bouroullec Brothers for Iittala – Ruutu Vases
Marc Newson – Lockheed Lounge
Ron Arad
{773217}
Bu değişimler bugünkü tasarım galericiliğini nasıl şekillendirdi?
Geçtiğimiz yüzyılda galericiler ve müzayede evleri tarafından yürütülen bu alanın, piyasa dinamikleri temelinde ilerlediğini görebiliriz. Bu, elbette ekonomi yaratan bir değer fakat bugünkü çerçeveden bakıldığında; çağdaş tasarım sahnesinde ‘piyasa bazlı tasarım koleksiyonu’ algısı kırıldı. Geleceğin tasarım klasiklerini bugünün dönüşen dünya dinamikleri şekillendiriyor.
Sabine Marcelis & Mies van der Rohe – Barcelona Pavilion Collection
Yeni dönemde Sabine Marcelis, Guglielmo Poletti, Alissa + Nienke, David/Nicolas, Carlo Massoud gibi tasarımcılar ise “taste maker” diye adlandırabileceğimiz tasarım guruları tarafından üniversite bitirme projelerinden itibaren takip ediliyor. Bu tasarımcılar, geleceğin tasarım klasiklerini tasarlama kaygısından öte; malzeme, yöntem üzerinden kendi imzalarını geliştirip, deneysel süreçlerle özgün işler üretmeye odaklanıyor. Tasarım üzerinden yeni bir görme ve algılama biçimi yaratmak onlar için önemli. Paylaşmaya, açık kaynak oluşturma da bu yeni nesil tasarımcıların ortak özellikleri. Olabildiğince az kaynak tüketimi, çevreye fayda sağlama, yerel zanaatkara fayda sağlama ve hatta dezavantajlı grupları eğiterek üretim ayağında bu gruplarla işbirliği yapmak gibi modeller tasarlıyorlar. Tasarımın salt sonuç ürün olmaktan çıktığı, dünyaya kattığı değer ile ölçüldüğü bir dönemden geçiyoruz ve bu bizi çok heyecanlandırıyor.
Sabine Marcelis – Soap Series
Sabine Marcelis
Sabine Marcelis – Soap Series
David / Nicolas – Constellation
David / Nicolas – Constellation, Carpenters Workshop Gallery
David / Nicolas – Constellation
Geçtiğimiz Ocak ayında Virgil Abloh’nun Galeri Kreo Paris’te açtığı sergi, geçen sene Hella Jongerius’un Galerie Lafayette Anticipations’ın 6 katında tasarım süreçlerini açtığı bir okul niteliğindeki sergisi, Londra Tasarım Fesitvali’nde, Matter of Stuff’ın Sketch restoranda kürate ettiği, “unique” işlerin satışından elde edilen geliri Amazon ormanlarına bağışladığı sergilerin, önümüzdeki dönemde tasarım koleksiyonerliğinin dinamiklerini şekillendireceğine inanıyoruz.
Virgil Abloh – Galerie Kreo
20. yüzyılın ikonik objelerini bugün hala takip eden ve alan kesim 50’li yaşlarında. Biz, çok daha hibrit zevklere sahip yeni nesil tasarım koleksiyonerlerinin çıkabileceğini gözlemliyoruz. Bu sebeple galerimiz bünyesinde genç tasarımcılarla araştırma odaklı, zanaatkar işbirlikleri ile koleksiyonlar üretmek üzerine çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Şu an Tomtom Designhood’daki galeri mekanınızda Jordan Söderberg Mills’in In-Between Design Platform için tasarladığı bir tasarım koleksiyonunu sergiliyorsunuz. Bu işbirliği nasıl gelişti?
Jordan Söderberg Mills heykeltıraşlık eğitimi sonrasında Central Saint Martins’de master eğitimini tamamlamış olan bir tasarımcı ve sanatçı. Kendisiyle Frame Dergisi işbirliği ile 2016’da İstanbul Tasarım Bienali kapsamında gerçekleştirdiğimiz konuşma ve atölye çalışmasında tanıştık. Yıllar içerisinde çalışmalarını takip ettik. Jordan’ın uzun zamandır istikrarlı bir şekilde devam ettirdiği ama kesinlikle kendini tekrar etmediği özgün bir tasarım dili var. Araştırma odaklı çalışmalarında tasarım ve sanat arasında geliştirdiği fikirleri ile Jordan Söderberg Mills, Victoria and Albert Museum, London Design Festival ve Design Museum Gent gibi önemli müzeler ve etkinliklerde işlerini sergiledi. 2019 Nisan ayında Jordan misafirimiz olarak İstanbul’a geldi ve bir hafta süreli bir ‘designer residency’ yaptı. İstanbul’un mimari mirası, kültürel mozaiği ve gündelik yaşamındaki renkleri konu edindiği ‘First Light’ isimli bir limited edition tasarım koleksiyonu tasarladı. Jordan ışığın kırılmasını kullanarak dijital hissi veren analog etkileşimler yaratıyor. First Light koleksiyonunda İstanbul mimarisindeki ışık, renk ve desen kullanımlarını kendince yorumlayan Jordan, bu koleksiyonunda malzeme olarak camı kullandı.
Jordan Soderberg – First Light
First Light tasarım koleksiyonu kaç parçadan oluşuyor?
Koleksiyonda toplam sekiz ürün bulunuyor. Her ürün 30 edisyonlu. Elde bükülen ve üretilen bu cam objelerde Jordan’ın geliştirmiş olduğu malzeme deneyimi zanaat ile bir araya geliyor. Üç farklı boydaki masalar (oval, yuvarlak ve sehpa) mekanda ‘center piece’ diye tabir edilen ve mekanı şekillendiren objeler. Ayaklı aynalar Jordan’ın heykeltıraşlık eğitiminin sonucu olarak karşımıza heykelsi objeler olarak çıkıyorlar. Zikzak aynalar tasarımın sanata yakın alanında yerlerini alırken, yuvarlak ve oval aynalar fonksiyon ile sanatsal anlatımı birleştiriyorlar. Bu koleksiyondaki tüm objeler gün içerisinde ışığın değişimi ile renk değiştiriyorlar. Böylece statik olmaktan çıkıp kinetik objelere dönüşerek kullanıcı ile etkileşime açık bir ilişki başlatıyorlar.
Jordan Soderberg – First Light
Collectible design konusunda öncü galeriler ve takip edilmesi gereken etkinlikler hangileri?
Collectible design alanında öncü olarak karşımıza çıkan galeriler Milano’da Rossana Orlandi, Dimore Gallery ve Nilufar Gallery, Paris’te Carpenter’s Workshop, Patrick Seguin, Kreo ve Theorem Editions, Kopenhag’ta Etage Projects, New York’ta Paul Kasmin, Londra’da Davd Gill, Seeds ve Gallery Fumi ile Brüksel’de Maniera, Antwerp’te Valerie Traan Gallery ile Barselona’da Side Gallery. Bu alanda takip edilmesini önerebileceğimiz etkinlikler ise Brüksel’deki Collectible Fair, Maastricht’teki Tefaf, Londra Tasarım Festivali, Milano Tasarım Haftası, Paris Tasarım Haftası ve gezgin konsepti ile Nomad. Dijital ortamda 1stdibs ve Phillips ve Christies Müzayedeleri önerebileceğimiz platformlar.
{773187}
Tasarım sergilerinize nasıl devam etmeyi planlıyorsunuz?
Türkiye’nin kültürel mirası ve günlük yaşamdaki renkliliği ile tasarım projeleri için çok değerli referanslara sahip olduğunu düşünüyoruz. İsveç Enstitüsü işbirliği ile sürdürdüğümüz Equal Spaces proje kapsamında şu anda Türkiye’den bir tasarımcı ile İsveç’ten bir tasarımcının kolektif tasarladığı ve galerimiz çevresindeki bir zanaatkarla üretim aşamasında işbirliği yaptığı bir projeye devam ediyoruz. Bu proje kapsamında belirttiğimiz tasarımcı ve zanaatkar ekiplerinden dört farklı grup oluşturduk. Projeye tasarımcılar ilk toplantılarını İstanbul’da yaparak başlayacaklardı. Corona Salgını nedeni ile bu diyalogu Zoom toplantıları ve zanaatkarların atölyelerinde canlı yayınlarla gerçekleştirdik. Bizim için süreç de nihai ürün kadar önemli. Bu durum da tasarım sürecinin yaşama ve sosyo-ekonomik gelişmelere adapte edilmesi için iyi bir örnek oldu diye düşünüyoruz. Buna paralel olarak hem Türkiye’den hem de globalde tasarımcılar ile farklı proje ve sergi fikirleri üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.