Sürdürülebilir İş Yaşamı İçin Dengeleyici Unsurlar
Yazı Boyutu:
Çalışma hayatında denge nasıl bozuldu ya da aynı sistem içinde farklı davranarak dengeyi yakalayabilir miyiz? Schneider Electric Türkiye ve Orta Asya Bölgesi CFO ve Strateji Genel Müdür Yardımcısı Cemal Tosun anlatıyor…
Son dönemlerde zamanın ne kadar hızlı geçtiğine ve günün 24 saatinin yetmediğine dair şikayetleri siz de sıkça duyuyor musunuz? Çalışmak denen kavramın insan yaşamında bu kadar büyük zaman alması ve başka hiçbir şeye zaman bırakmaması “çalışmak” kavramının amacına hizmet ediyor mu? Denge nasıl bozuldu ya da aynı sistem içinde farklı davranarak dengeyi yakalamak mümkün mü?
Çalışma Hayatının Evrimi
Geçmişten günümüze, insan hayatında çalışmanın rolü ve çalışarak ulaşılan ihtiyaç ve motivasyonlar büyük bir dönüşüm geçirdi. İlk çağda yaşayan, avcı-toplayıcı olarak yaşamını sürdüren insanlar için her gün o günün ihtiyacı olan yiyeceği ve barınacak yeri bulmak aynı zamanda da hayatta kalmak ana öncelikti ve tüm çabası bunları sağlamak üzerineydi. İnsan tüm “çalışma” zamanını bunları sağlayabilmek için harcıyordu. Zaman içinde insanın evrilmesi gibi çalışarak ulaşılmaya çalışılan çıktılar da evrildi.
Dolayısıyla ilk çağdaki bu çalışma şekli, artık modern toplumların anlayışına göre çalışma olarak kabul edilmeyebilir. Modern insan bu yaşam şeklini hayatta kalmak olarak tanımlayabilir.
Modern toplumda, çalışma genellikle para kazanmak ve maddi ihtiyaçları karşılamakla ilişkilendirilir. Fakat bugün yaşamımızı sürdürmek için mi çalışıyoruz bu bir bir tartışma konusu. Yani yaşamın sürdürülebilirliği için çalışmak şart mıdır? Aslında teknoloji ve inovasyonun bize sunduğu imkânlar sayesinde, temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde kendi gıdalarımızı üretebilir, barınak inşa edebilir ve kendimize yetebiliriz.
Ancak, sürdürülebilirliği sadece temel ihtiyaçların karşılanması olarak değil, refah ve mutluluğun da dahil olduğu daha geniş bir çerçevede ele alırsak, çalışmanın hâlâ önemli bir rol oynadığını görebiliriz. Değişen yüzü ile çalışmak modern dünyada ihtiyaçların karşılanmasının bir adım ötesine geçip, bize aidiyet ve kimlik duygusu kazandırabilir, topluma katkıda bulunmamızı sağlayabilir ve kendimizi geliştirmemize ve potansiyelimizin bir üst seviyesine ulaşmamıza yardımcı olabilir. Ayrıca, sürdürülebilir toplumsal kalkınma için gerekli olan yenilikler ve çözümler üretmek için de çalışmaya ihtiyaç duyulur.
Sürdürülebilir Bir Çalışma Yaklaşımıyla Refah ve Mutluluğa Ulaşılabilir mi?
Çalışmayı çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir araç gibi konumlamaktansa, kendimizi geliştirecek, bireysel ve toplumsal olarak fayda sağlayacağımız en iyi versiyonumuzu yakalayacağımız bir metodoloji olarak konumlamak belki de gelecek jenerasyonlar için iyi bir örnek olacaktır.
Özetle var olmak için çalışmak gerekiyorsa, bu çalışmanın dengede olmasına ve kişinin iç dengesini destekleyecek bir formatta olmasına ihtiyaç var.
Hangi işi yaptığınızdan bağımsız sadece dizüstü bilgisayar karşısında tüm gün boyunca rapor/sunum hazırlamak ya da tüm hafta boyunca sadece spor yapmak her gün tek tip besin ile beslenmek gibidir. Bedenen ihtiyacımız olan vitamin, karbonhidrat, protein ne ise zihnin de ihtiyacı olan şeyler vardır. Farklılık, yenilik, öğrenme, sakinleşme, sosyalleşme… Modern toplumda çalışmak tek tip çalışma olarak tanımlanabiliyor maalesef. Hepimiz uzun çalışma saatlerinin ardından keyif alacağımız konu ve işlere zaman ayırmak için uykumuzdan “çalıyoruz”. Sınırsızca çalışma eğilimimiz yüzünden artık literatüre “İntikam olarak yatma saatini erteleme” sendromu diye bir kavram girdi. Yetişkinlerin sorumluluklarını yerine getirdikten sonra yapmak istediklerini yapmak için yarattıkları zaman için yatağa gitmeyi geciktirme sendromu olarak tanımlanıyor.
Üniversite mezuniyeti sonrası iş hayatına başladığımda sadece çalışarak, teknik açıdan kendimi inanılmaz geliştirme şansım oldu. 10 senelik deneyimi belki de 4 seneye sığdırdım. Diğer taraftan ruhum doydu mu? Kesinlikle doymadı. Ruhumun doymadığını şuradan anlıyordum. Gece 02:00’de işten eve gelip, inanılmaz uykum olmasına rağmen sosyal bir varlık olduğumu hatırlamak için “How I Met Your Mother” dizisinin bir bölümünü izleyip öyle uykuya dalardım. Ne zaman bunun ihtiyaçlarımı maddi olarak karşılayan bir düzen olmasına rağmen ruhum için sürdürülebilir bir düzen olmadığını fark ettim o zaman iş hayatımda denge yaratmaya gayret etmeye başladım. Bunu çalışma saatlerimi azaltıp sosyalleşmekten öte işimle sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarımı bir arada doyuracak girişimlerin parçası olmaya başladım. Yani durmaksızın dinlenmeden daha çok ve verimsiz çalışmak değil; kendime yeni bir şeyler katarak, kendimi yenileyerek çalışmayı tercih ettim.
Yani kendimle kalıp nefes alabileceğim yürüme alanları yarattım. Bu durum bana hep Nietzsche’nin sözünü hatırlatır: “Sadece yürürken akla düşenler gerçekten büyük düşüncelerdir.” Dikkat ederseniz hâlâa sakinleşmek ya da kararlar almak için birçoğumuzun paylaştığı söylem ortak, benim bir yürüyüşe çıkmam gerekiyor… Bu yürüyüşler şimdi de zaman zaman koşmaya dönüşüyor bende. Hâlâ çok yoğun çalışıyorum ama aynı zamanda okuyorum, yazıyorum, podcast dinliyorum, spor yapıyorum, sosyalleşiyorum, farklı ülkelerin kültürleri ile tanışıyorum, farklı tatlar deniyorum, gönüllülük aktivitelerine katılıyorum, Kitap Kulübü buluşmalarına gidiyorum, kısacası ruhumu zenginleştiriyorum.
Ne zaman iş hayatında dengeyi kurabildim, o zaman çok daha başarılı, huzurlu, üretken ve mutlu bir birey olma yolunda önemli bir adım atmış oldum.
Multi-tasking Akımı: Verimlilik Yanılgısına Düşmeyin!
Denge önemli hayatta… Bu dengeyi de bazen daha verimli olabiliriz yanılgısıyla bozabiliyoruz. Bu duruma en güzel örneklerden birisi yanlış şekilde uygulanan multi-tasking.
Mutli tasking akımı hayatımıza girdiğinde sadece uykusunu erteleyen insanlar olmadık, aynı zamanda eş zamanlı birkaç iş yapmamayı verimsizlik saydık. Artık video izlemeden yemek yiyemeyen, bir kahve içerken sosyal medyada scroll yapmadan duramayan bir yapıya evrildik.
Son dönemlerde yapılan araştırmalar, insanların ruh halinin, her an baskı ve stres altında hissetmesinin birçok fiziksel ve ruhsal rahatsızlığın tetikleyeni olduğunun altını çiziyor. Multi-tasking bizi kısmen hasta etti. İnsan ilk çağlarda çalışma süresince doğa ile bağlantıda olan, kendini dinleyen, aynı anda birden fazla işle değil bir işle tam ilgilenen bir varlıktı. Dönüşen hayatla stresi ve hızı yüksek bireylere dönüştük. Şimdi yeni akımlarla doğaya gitmeyi, kendimizi dinlemeyi ve zihnimizi dinlendirmeyi öğreniyoruz.
1
Dengeleyici Unsurlar: Doğayla Temas Etmek
Doğayla temas ederek (ki bunu pandemi döneminde evden çıkma yasakları sırasında iliklerimize kadar öğrendik, biz insanlar doğa olmadan yapamıyoruz), zihnin dinlenmesini sağlayarak bedeni iyileştiriyoruz. Düzenli spor yapmak mesela, bir nevi bedenin ve ruhun şifası. Spor yalnızca bedensel bir aktivite değil, aslında zihnen kendimize odaklandığımız bir aktivite. Beynin farklı seviyelerde odağı var ve onu yakalaması için müthiş bir fırsat. Bir nevi meditasyon durumu. Sporun iş yaşamını dengeleyici olması için özel bir yetenek ve kabiliyete gerek yok, sadece kısa yürüyüşler bile bu denge için yeterli. Her zaman spora hayatında yer veren bir insan olarak, zaman zaman basketbol ile takım çalışmasını deneyimledim, zaman zaman koşu ile ulaşmak istediğim hedefe giden yolda disiplinli çalıştım, maraton koşarak bedenin sınırlarının ne kadar esnek olduğunu keşfettim, zaman zaman yüzme gibi daha önce hiç ilgilenmediğim bir alanda sistematik çalışma ve özveri ile hedeflerime ulaşmaya başladım. Bunlar çalışma saatinden sonra zaman harcadığım ve çalışma saatimin verimliliğini inanılmaz artıran aktivitelerdi.
2
Dengeleyici Unsurlar: Okumak ve Yazmak
Okumak, ekiplerimize her zaman vurguladığımız sürekli öğrenmenin bireysel boyutu. Yeni teknolojik kanallar ve çözümlerle uzun okuma yetimiz modern yaşamda törpülendi. Diğer taraftan hayatta okumanın hâlâ bir alternatifi yok.
Yazmak, kendini ifade etmek, paylaşmak Sümerlilere dair bulunan ilk tableti hatırlatıyor bana: “Mademki biliyorsun, neden öğretmiyorsun?” Okumanın ve yazmanın benim profesyonel hayatıma kendimi ifade etme ve anlatmanın ötesinde, ekiplere ilham olma, sorun çözme konusunda birçok farklı disiplini aynı potada eritip yeni yaklaşımlar ortaya koyma şansı verdi. Okumalarım / yazmalarım asla sadece profesyonel alanımı destekleyecek içeriklerle sınırlı olmadı.
3
Dengeleyici Unsurlar: Merak Etmek
Çok disiplinli bir yaklaşımın en önemli şartı; sınırsız bir bilgi havuzundan rastgele edinilmiş birçok alanda bilgiye duyulan merak… Merak insan doğasının modernleşen yaşam ile kaybolan bir meziyeti diye düşünüyorum. Merak sürekli keşfetme, öğrenme, üretme ve var etme ateşimizin yakıtı. Merakta kalmanızı öneririm. Merak eden ve tutkulu bireyler olarak hayatınıza devam edin.
Merak ve öğrenmenin içinde farklı kültürleri keşfetmek, kültür-sanat aktiviteleri ile yaratıcı tarafımızı beslemek de var. Empati ve sürekli gelişim her zaman ihtiyacımız olan değerler. Hangi rolde olursak olalım; lider, eş, ebeveyn, vatandaş…
4
Dengeleyici Unsurlar: Seyahat Etmek
Diğer bir dengeleyici unsur da seyahat. Benim için yeni bir evrene dahil olmak. Özgürleşmek… Sporla sanatla beslenen ruhsal dengenin yanında nefes egzersizleri gibi tamamen fiziksel, durmayı, An’da kalmayı hatırlatan küçük pratikler de dengeyi yakalamamda önemli araçlardandı. Hem her an yapabilmek hem de o anda ve zamansız olma hazzını yaşamak için kendi nefesinden başka hiçbir şeye ihtiyacın olmaması. Bu haz ile zihin sakinleşiyor. An’da kaldığımızda dünya gerçekten hayat doludur.
5
Dengeleyici Unsurlar: Öğrenmek
Tüm bu çalışma dışı yapılanlar dışında benim ofis içindeki “yürüyüşlerim”, Ofis içinde yaptığımız ufak sohbetler (small talk), Ekiplerle iş dışı anlık bir araya gelmek, muhteşem paylaşımlar ile birbirimizi bilgi olarak beslemek ve dengemize katkıda bulunmak. Bir nevi birbirimiz anlama ve öğrenme üzerine brainstorming. Değişim öğrenme ile başlar. Yeni nesil öğrenmek, yenilik ve amaç istiyor.
Bu saydıklarım ve saymadığım çok fazla aktivite sürdürülebilir ve aslında dengeli bir iş yaşamı için minik öneriler. Multi-disipliner olmak önemli bir parça böyle bir yaşamda.
Her şey birbirini besliyor aslında.
Yüzerken ya da koşarken iş hayatıyla ilgili harika fikirlerin gelmesi tesadüf olamaz.
İlaçla zehir arasındaki tek fark dozajdır. Hayattaki renkleri de ilaç olarak düşünebiliriz dengede yaptığımız sürece…
Dengede kalmanın yollarından birisi de bazen durmak…
Durmak da üretmeye dair çünkü.
Ve en büyük kurtuluş üretmektir.
Kendinden mutlu insanlar olmak için üretmek.
Sürdürülebilir iş yaşamı da aynı eklektik gibidir. Tek bir stilin hakim olduğu alanlar yerine birden fazla farklı tarzın harmanlandığı ve birbiriyle uyum oluşturduğu bir dekorasyon trendi de hayata dair çok anlamlı bir mesaj veriyor. Tüm bireyler dengeyi bulmak için çeşitliliği arttırıp ruhsal ve fiziksel ihtiyaçları cevaplayacak deneyimlere girmeli.
Her şey birbirine görünmez iplerle bağlıdır ve bir alanda dengesizlik diğer alanları da olumsuz etkileyebilir. Haruki Murakami’nin “Koşmasaydım Yazamazdım” kitabına adını verdiği gibi; bir alana çok fazla vermek değil, başka alanlarda da var olup her alanda değeri artırmak…
Cemal Tosun Kimdir?
Cemal Tosun, 2006 yılında Marmara Üniversitesi İdari ve İktisadi Bilimler Fakültesi İngilizce İşletme bölümünden mezun olduktan sonra Finlandiya’daki Haaga-Helia University of Applied Science’ta Uluslararası Pazarlama ve İşletme bölümünde lisans eğitimini tamamlamıştır.
Cemal Tosun, sektörlerin değişen ihtiyaçlarına multi disipliner bir bakış açısı ile yenilikçi çözümler sunmayı, güçlü sonuçlar doğuran projeler geliştirme becerileriyle mevcut teknolojik gelişmeleri kullanarak değer üretmeyi, finansal yetkinlikleri arttırmayı ve pazardaki trendler doğrultusunda dönüşüme liderlik etmeyi kariyerinin merkezine almıştır. Şirket satınalmaları (M&A) ve entegrasyonları, Dijital Dönüşüm, Sürdürülebilirlik, Davranışsal Finans, Banka Dışı Finans gibi alanlardaki güçlü tecrübesiyle, şirket vizyonunun gerçekleştirilmesine hizmet eden etkili stratejiler geliştirme ve uygulama alanında uzmandır.
Yeni deneyimler kazanma ve bunları paylaşma, spor (koşu, yüzme, basketbol) ve seyahat, yaşamdaki tutkularıdır.