preloader

Sanatçı Sohbetleri: Dicle Çiftçi

19.03.2023
Sanatçı Sohbetleri: Dicle Çiftçi

Yazı Boyutu:

Eve Giren Güneş Kadar Güneşleniyorum sergisi ve üzerine denk düşen zamanın hissettirdiklerini sanatçı Dicle Çiftçi ile konuştuk.

Sanatçı Sohbetleri: Dicle Çiftçi
Dicle Çiftçi

Sanat ve sanatın içerdiği zihinsel düşünme biçimlerinin hem dünyayı anlama çabamızda hem de yaşamı renklendirirken ortaya koyduğu işlev düşünüldüğünde yeniden bir hayata tutunma güdüsü yaratttığı aşikar. Yalnız öyle zamanlar var ki insanlığın kriz anlarında sanatın oyun dışı kaldığı savaş, salgın, doğal afet gibi. Böylesi anlarda ise yaşamın yeniden örüldüğü durumlar için tüm üretimlerimizin bir alternatif yol oluşturma gayreti, kendi elimizden gelen bir tutunma isteği ve acının dozunu bir nebze olsun hafifletebilme çabaları açığa çıkabiliyor. Bir basın gezisi için Adana’daki KUN Art Space’e Dicle Çiftçi’nin son sergisinin açılışı için gittiğimizde de serginin teması geriye dönük olarak benzer duyguları hatıra getiriyordu. Sergi açılışından bir gün sonra ise 6 Şubat 2023 gecesi hepimizi kahreden o malum deprem gerçekleşti. Sonrasında olanlar ise bir ömür boyu kalanların hafızalarında yer edinecek.

Dicle Çiftçi yakın geçmiş zamanda bir başka kriz olan ve hepimizin evlere kapandığı pandemi döneminin hissettirdiklerini eserlerine dökerek mekânı iki boyuta bölen bir alana davet ediyor bizi. Eski bir tabirle ismi ile müsemma ve sergiye çok yakıştığını düşündüğüm “Eve Giren Güneş Kadar Güneşleniyorum” başlığını verdiği bu çalışmasında günlerce evden çıkamadığımız dönemde yokluğu en çok hissedilen gün ışığı duygusunu neredeyse bir enstrüman olarak kullanıyor ve ortaya hem klostrofobik sayılabilecek bir oda hem de cıvıl cıvıl bir hayatı müjdeleyen bir panorama çıkıyor. Tam da gün ışığından yoksun kaldığımız ve ona ihtiyaç duyduğumuz sırada güneş ve gün ışığıyla derin bir bağ kuran sanatçı, eserlerinde bu temayı sıklıkla kullanıyor. Doğal gün ışığının bize verdiği mutluluk, huzur ve güven duygusu, güneşi göremediğimiz anda hissedilen güvensizlik Çiftçi’nin ilham noktalarını oluşturuyor. Gün ışığından uzak kalmasıyla bölünen iki farklı kimliğiyle karşılaşan sanatçı, bu ikiliği sergi mekânında giriş katını huzur, güven ve iyi hissettiren enerjiyle, gün ışığıyla ve güneşle betimlerken, alt katı pandemi süresince hissettiği ve sergiden önce zaman geçirip, burada üretmeye devam ettiği daha melankolik, hatta huzursuz işlerle sarıyor.

Sanatçı Sohbetleri: Dicle Çiftçi

Dicle Çiftçi’nin ilk defa sergilenen eserlerden oluşan “Eve Giren Güneş Kadar Güneşleniyorum” adlı sergi 10 Mart – 1 Nisan 2023 tarihleri arasında, Adana’da yer alan KUN Art Space’de izleyiciyle buluşmaya devam ediyor.

Dicle Çiftçi ile hem yakın dönemde bizleri hapseden pandeminin kendisinde nasıl bir üretime dönüştüğünü hem de büyük bir toplumsal çöküş yaşadığımız depremin üzerine hissettiklerinden yola çıkarak son sergisini ve duygularını konuştuk.

Sergiyi oluştururken pandemi dönemindeki kapanma duygusundan ilham aldığını biliyorum. Sergi açıldıktan 1 gün sonra da hepimizi kahreden o büyük deprem gerçekleşti. Tam olarak neler hissettin ve geçen bu sürede şu an neler hissediyorsun?

Sergim de bu durumdan tabii ki hepimizin ve her şeyin etkilendiği kadar etkilendi. Uzun, upuzun bir süre kendime gelemedim. Depremi direkt hissetmiş olmak epey bir süre her gece aynı şeyi yaşıyormuş gibi hissetmeme sebep olurken, izlediğimiz videolarda insanların yaşadıkları, devlete olan kızgınlığımız vs. beni sergimden bir süre uzaklaştırdı ve “Buna üzülemem” diye düşünmemi sağladı. Yine de ben sergimin sadece bir gün açık kalmasına da çok üzülmüşüm. Başka bir şehirde olsa da sergi etkilenirdi ve açılmasını tercih etmezdim. Ancak deprem bölgesinde olunca ekstra uzun (1 ay) kapalı kalmak ve ardından uzatılmak zorunda kaldı. Bir de tekrar beklenen olası büyük deprem sebebiyle de kalkması gerekti. Her şeye rağmen tekrar kuruldu ve böyle bir zamanda bile Adana sokakları bomboşken, galeri mekânına gelip gidenlerin olduğunu duymak, sergi vesilesiyle insanlara moral olmak beni daha da mutlu etti.

Özellikle böylesi durumlarda bir sanatçı olarak kendi uzmanlıkların özelinde düşünürsek sanat nasıl bir işlev görüyor sence? Kapsadığı etki alanlarını göz önünde bulundurursan en azından acının dozunu bir nebze olsun azaltma adına neler yapılabilir?

Sergimden iki gün sonra yerimde duramadım. Herkesin içinde olan bir işe yaramalıyım dürtüsüyle ne yapmam gerektiğini bilemedim. Deprem bölgesine gidip, o durumla karşılaşacak cesaretim de yoktu. Kendime gelemeyeceğimden emin olduğum için gidemedim. Adana’da binaları yıkılan ya da yıkılma tehlikesi yaşayan çocukların kaldığı çadır bölgesine giderek onlarla resim yaptık arkadaşımla beraber. Bu benim yapabileceğim tek şeydi o sırada. Çocukların deprem esnasında yaşadıkları ve hissettikleri şeyi dışa vurduklarını gördüm. Bence sanatçılar olarak yapabileceğimiz en güzel şey onlarla resim yapmak ve renkleri paylaşmak olabilir. Başka projeler için de oraya yine gitmeyi istediğimiz bir ekibimiz var. Şu an bekliyoruz.

Sanatçı Sohbetleri: Dicle Çiftçi

Sergiye ilhamını veren yakın zamanın bir başka krizi olan ve hepimizi evlere mahkum eden pandemi süreci senin açından nasıl bir üretim sürecine dönüştü? O günlerde de çok umutsuzduk fakat bugün geriye dönük olarak baktığımızda o günün hislerinin fikirsel karşılıklarını bulabiliyoruz senin işlerinde, bu durumu nasıl yorumlarsın?

Bu serginin teması dediğim gibi farkında olmadan başladığım, yalnız ve depresyona girmiş ya da gün ışığını kısa sürede de olsa evine alabilmiş kadın figürlerden oluşuyor. Aslında hepsinde kendimden ve herkesten izler var. Pencereden giren, en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan güneş ışığıyla yetinmemizin bir tür tasviri. En doğal hakkımız olan bir doğa olayını tam anlamıyla karşılayamayıp, yaşadığımız evlerde pencere önünden belli saat aralıklarıyla yetinmeye çalışıyor olmak… Havanın kapalı olduğu zamanlar ise tam bir depresyon sebebi. Sergilediğim işlerde bu durumlar üzerine yoğunlaşmayı tercih ettim.

Özellikle eve kapanma hissinin yaratıcılığını nasıl etkilediğini düşünüyorsun? İzmir’deki bir evin aldığı ışığın bir gün bir sergiye ilham vereceğini düşünmüş müydün?

Pandemi sürecini anlatmaya çalışmak hiç aklıma gelmemişti. Pandemi boyunca “Ben bundan bir proje yapayım” gibi bir düşünceyle yaklaşmadım duruma. O sırada fark etmeden başladığım ve sonra yavaş yavaş idrak ettiğim bir süreçti daha çok. Bir önceki evim alt kattaydı ve ben atölyemi sokağa çıkma yasağı olduğu için evime taşımak zorunda kaldım. Güneş ışığına inanılmaz bir düşkünlüğüm olmasına rağmen, bir şekilde karanlık evleri seçiyorum ya da yanlış mevsimlerde bakıyor olabilirim. Kış ayları çok zor geçti. Zaten çok kısa faydalanabildiğimiz güneş ışığı eve yarım saat uğrayıp gidiyordu. Ben her gün o saat diliminde pencere önünde ellerimi uzatarak güneşi bekledim çok uzun bir süre. Günlerce ağladığım, ama neden ağladığımı bilmediğim günlerdi.

Var oluşun en ilkel ve zaruri unsurlarından sayılabilecek ışığı; tabiri caizse bir enstrüman olarak kullanıyorsun, serginin ismi de neredeyse çok tatlı bir film ismi tadında; “Eve giren güneş kadar güneşleniyorum.” Güneş, gün ışığı ve gün ışığına yoksunluk senin çalışmalarında nasıl bir yer tutuyor?

O dönemde yaptığım bir resim tam da beni yansıtıyordu ve bu ismi koymak geldi içimden. O resim diğerlerinin başlangıcına dönüştü sonrasında. Lokal ışıklar alan ve güneşi bekleyen, ondan alması gereken pozitif enerjiyi alan kadın figürleri yavaş yavaş çıkmaya başladı. Bu kadınların hiçbirinin yüzü gülmüyordu elbette, sadece kabullenip bundan keyif almaya çalışmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Bu sergideki resimlerimin fon renklerini güneşin tonlarıyla betimlemeye karar verdim. Olumlu ve olumsuzluk hissini renklerle aktarmaya çalıştım.

Sergide bir diğer dikkat çeken unsur ise özellikle kadın portreleri çalışman. Neden kadın yüzleri ve bunlar senin tanıdığın bildiğin yüzler mi, yoksa fiktif olarak hayali olarak mı oluşturdun?

Kendimi ve komplekslerimi anlatmaya kendi portremi resmederek başladım. Sonra etrafımdaki kadınların da aynı şeylerden söylendiklerinin, kendilerini bir şekilde beğenmediklerinin farkındalığına vararak onların da resimlerini yapmaya başladım. Bunun biz kadınlar üzerinde özellikle yürütülen bir baskı projesi olduğunu keşfettiğimde üniversitedeydim ve görüp beğendiğim başka kadınların fotoğraflarını çekmeye ya da bir yerlerden bulmaya ve resmetmeye döndü süreç. Kusursuzluğun kadınlar üzerinde olması gereken tek şey olduğu düşüncesine karşı gelerek, kusurlu ve yarım kalmış, daha çok tamamlanmamış figürler yapmaya başladım.

Sergi gelenleri aynı zamanda iki farklı alana da taşıyor, birinde huzur ve iyi hissettiren enerji varken alt katta ise insanı huzursuz eden bir klostrofobi var. Tam yaşadığımız süreci anımsatan umut ve umutsuzluk iç içe, serginin denk düştüğü zamanı tam da yaşadıklarımızın üzerine düşünülebilecek duygularla örtüşmesini nasıl buluyorsun?

Galeri mekânının iki katını da değerlendirmek istedim. Giriş katı güneşli, daha pozitif ve yetinmeye çalışan figürlerden oluşurken, alt kat karanlık, kapalı, depresif bir modda. Burada yaklaşık 20 güne yakın zaman geçirip pandemi döneminde yaşadığım evle bağdaştırdım ve sergiyi izlemeye gelenlere de bu hisleri aktarabilmeyi arzuladım. Evden getirdiğim pek çok nesne de bana ait olan eşyalarla bir kimlik betimlemesi gibi karşımıza çıkıyor. Burayı böylesine benimsedikten sonra yaşadığımız deprem, evimin yıkılması gibi hissettirdi. Bu kadar umutluyken ve diğer sergilerime nazaran en çok kendimden bir şey kattığımı düşündüğüm bir bütünleşme varken hangi duyguları hissedeceğimi bilemedim.

Tüm bu süreci de göz önüne alarak hem kendi kişisel üretimlerinden hem de toplumsal olarak hissedilenlerle birlikte gelecek ile ilgili neler söylemek istersin?

Bu süreç hepimizin hafızasında büyük bir alan oluşturdu. Şu an içimden, elime herhangi bir resim malzemesi almak geçmiyor. Pandeminin başında da aynı şeyi hissetmiştim; bocalama, umutsuzluk ve çaresizlik. Belki ilerleyen zamanlarda kendiliğinden oluşan ve bilinçli olarak yapmadığım, bu hislerin yansıması işler oluşur.

Uğur Ugan
Uğur Ugan Tüm Yazıları