Yazar Sohbetleri: Yekta Kopan
Yazı Boyutu:
Edebiyat dünyasında kendine sağlam bir yer edinmiş olan Yekta Kopan, okurlarıyla buluşturduğu yeni kitabı “Belki Yaz Erken Gelir” ile yeniden karşımıza çıkıyor. Modern dünyanın sancılarını ve bekleyişin derinliklerini konu alan, hem bir sabır hem de umut hikayesi olarak dikkat çeken bu kitabı üzerine, Yekta Kopan ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Türk edebiyatının usta kalemlerinden Yekta Kopan, okurlarına “Belki Yaz Erken Gelir” adlı yeni kitabıyla bir kez daha sesleniyor. Kitap, insanın zamanla kurduğu ilişkiden, beklemenin getirdiği sabır ve çaresizliğe kadar geniş bir yelpazede duygusal derinlikler sunuyor. Yazar, kitabın çıkış noktasının bir önceki öykü kitabı “Bana Kuşlar Söyledi” ile paralel bir süreçten doğduğunu ancak bu kez “beklemek” temasının öne çıktığını belirtiyor. Okurlarını yalnızca bir edebiyat yolculuğuna çıkarmakla kalmayıp, aynı zamanda hayatın belirsizlikleriyle baş etmeye davet eden bu kitap, beklemek üzerine derinlemesine bir düşünce provokasyonu sunuyor.
Yeni bir heyecanınız var. Kitabınız çıktı. Biz de okumak için sabırsızlanıyoruz. 5 Kasım’da raflarda yerini alan “Belki Yaz Erken Gelir” kitabınızın çıkış noktası nedir?
Öncelikle teşekkür ederim. Bir önceki öykü kitabım “Bana Kuşlar Söyledi” yayımlandığından bu yana birkaç farklı dosya üzerinde çalışıyordum. Elimdeki öykülere çalıştıkça bu kitabın ana hatları oluştu. Bu süreç, bir kitabın yolculuğundaki en uzun süreç oluyor genellikle. Öykülerin farklı dünyaları, farklı üslupları oluyor. Bu noktadan bir bütüne gitmenin yolları, o çalışma süresinde oluşuyor. Bir kitabın oluşmasında en sevdiğim bölüm budur. Hatta bu çalışmayı olabildiğince uzatmak isterim.
“Bugünün insanı için beklemek, yalnızca bir süreci geçiştirmek değil, derin bir sabır, özlem ve belirsizlik duygusu içinde var olma hâline dönüştü.”
Yeni kitabınızda bizi 41 kısa öykü bekliyor. Hepsi birbirinden farklı duygular barındırıyordur elbette; fakat bu öyküleri oluştururken hepsi için ortak tuttuğunuz bir duygu ya da tema oldu mu? Okuyanlarda nasıl bir his bırakmak istediniz?
Bu kitaba çalışırken aklımda hep “beklemek” teması vardı. Bugünün insanı için beklemek, yalnızca bir süreci geçiştirmek değil, derin bir sabır, özlem ve belirsizlik duygusu içinde var olma hâline dönüştü. Modern dünyada beklemek, artık bir hedefe ulaşmanın değil, çoğu zaman bir belirsizlik içinde kalmanın, umutsuzca bir şeylerin düzelmesini beklemenin yansıması haline geldi. Adaletin sağlanmasını, krizlerin bitmesini, daha iyi bir geleceğin gelmesini beklerken, aslında bir arayışta olan insan, sürekli ertelenen bir huzur duygusuyla mücadele eder. Beklemek, bugünün insanı için sabırla örülü bir umut kadar, aynı zamanda tedirgin edici bir beklenti anlamına geliyor. Her an değişebilen, hızla gelişen bu çağda insanlar, bir şeylerin yavaş yavaş rayına oturmasını umarak “bekliyor” ama çoğu zaman bekleyişleri karşılanmıyor. Beklemek, bir boşluk duygusu yaratıyor; insanlar bir şeylerin olmasını beklerken, bu bekleyişte bir anlam bulmaya çalışıyor. Bu nedenle beklemek, bir yandan insanı ayakta tutan bir umutken, diğer yandan hayatın akışını kontrol edememenin yarattığı bir çaresizlik hissine dönüşüyor. Bugünün insanı için beklemek, adeta modern bir meydan okuma. Zira dünya değiştikçe, problemler karmaşıklaştıkça, beklenen şeylerin gerçek olma ihtimali daha uzak görünse de beklemekten vazgeçemiyoruz. Adaleti, huzuru, iyi bir geleceği beklemek, insanın hâlâ inanç taşıdığının bir göstergesi. Yine de bu bekleyiş, aynı zamanda içsel bir çatışma, modern insanın sabırsız ruhunu terbiye eden bir süreç. Beklemek, insanı kendisiyle yüzleşmeye zorlayan, sabrın ne anlama geldiğini sorgulatan, belki de insanın umutla çaresizlik arasında gidip geldiği bir ruh hâli olarak bugünün dünyasında varlığını sürdürüyor. Beklemek, bugünün insanı için hem bir tutunma noktası hem de hayatın kırılganlığını kabullenmek anlamına geliyor.
Yeni kitaba başlarken nasıl bir hazırlık süreciniz oluyor? Çıkış noktanızla varış noktanız arasında çok farklar oluyor mu? Yoldaki değişikler neye göre şekilleniyor? Yazarken, kendinizle ilgili sizi şaşırtan neler oluyor?
Her kitabın hikayesi farklı. Bir öykü kitabı ve bir romanın süreci de çok farklı. Değişmeyen şey çalışma düzeni; ben sistemli ve sürekli çalışmaya inananlardanım. Olabildiğince düzenli ve olabildiğince ritmi bozmadan çalışmaya özen gösteririm. Sorunuzun farklar oluyor mu bölümüne gelince; elbette oluyor ve zaten yazım sürecinin en yaratıcı bölümü de burası. Yazma eylemi durağan bir eylem değil. Yazar da bütün o süreç boyunca irili ufaklı değişimlere uğruyor ve bunun yazıya sızmaması düşünülemez. Yoldaki değişiklikler dediğini şey, aslında hayatın ta kendisi. Kendi yolculuğumuzdaki değişimlerin bir yansıması. Yazarken bu değişimleri keşfetmeyi severim, ama buna “şaşırtmak” diyemem. Şaşırmak değil, kendime başka bir açıdan bakmak bu.
Yazmak, keyifli olduğu kadar sancılı bir süreci de içinde barındırıyor. Yaratıcı iş yapan herkesin illaki durup beklediği, devam etmek için kendine zaman verdiği bir nokta oluyor. Siz bu dönemlerde neler yapıyorsunuz? Nelerden besleniyorsunuz? Bu konuda rutinleriniz/yöntemleriniz var mı?
Şu meşhur blokaj durumu. Bir çeşit kilitlenme hali… Zihnim dolu olduğunda çabuk kilitlenirim. Bir süreliğine o anda yazmakta olduğum şeyden uzaklaşmam gerekir böyle durumlarda. Başka şeyler yazarım, küçük yazma egzersizleri yaparım, sözcüklerle oynarım, bol bol sözlük okurum. Her zaman okuduklarımdan çok farklı türde kitapların dünyasına dalarım. Yeni şeyler görmek, duymak, hissetmek bana iyi gelir. Sanat galerisi gezmek, yeni müzikler dinlemek, kısa bir seyahat yapmak gibi şeyler o düşünsel yorgunluğu azaltır. En sevdiğim şey de uzun yürüyüşler yapmaktır. O yürüyüşlerden mutlaka yeni düşüncelerle dönerim. “Yazamıyorum” diye işkence etmem kendime, sabırlı olmaya çalışırım.
“Dünya ne kadar hız, haz ve hacim dayatmasında bulunursa bulunsun, edebiyat yoluna devam edecektir.”
2000 yılında yayımlanan ilk kitabınız “Fildişi Karası” ile 2024 yılında yayımlanan son kitabınız arasında geçen yazma yolculuğunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz? Geriye dönüp baktığınızda neler değişmiş, neler aynı kalmış? Sizce nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşadınız?
Cevabı uzun ve zor bir soru. Yayıncılık, okurlar, kültür algısı, dünya, kısacası her şey değişti geçen yirmi yılda. Elbette ben de değiştim. Bu cümleleri “nerede o güzel günler” tonunda söylemiyorum. Değişimin doğallığına ve gereğine inanan biriyim. Bir değişimi değerlendirirken, bütün etki alanlarıyla ilişkisini görmezsek hem eksik kalırız, hem de yanlış noktalara gidebiliriz. Evet, bugünün okurunun bambaşka dinamiklerle ilgilendiğini söyleyebiliriz. Yazarlar da bu değişen dinamiklerden uzak değil. Son yirmi yılın yaşamında, toplumsal yapısında, teknolojisinde ne değiştiyse hepimiz bunlardan ortak bir şekilde etkilendik. Bu etkilerin olumlu-olumsuz yönlerini uzun uzadıya konuşmak gerekir. Belki sadece bunları konuşacağımız bir söyleşi de yaparız. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Dünya ne kadar hız, haz ve hacim dayatmasında bulunursa bulunsun, edebiyat yoluna devam edecektir.
Herkesin hayatında önemli kırılma noktaları oluyor. Sizin hayatınızda yaşadığınız en önemli dönüm noktası neydi? Ve sonrasında neler oldu?
Çok, hem de pek çok an ya da olay vardır hayatımın rotasını değiştiren. Bence bu çoğu kişi için böyledir. Kırılma noktaları diyebiliriz, haklısınız. Ama kitabımla ilgili bir söyleşi olduğu için, edebiyatla ilgili olanları söyleyeyim. On altı yaşımda yazdığım bir öykü var aklımda, yazmakla ilgili kararımı derinden etkilemiştir. Daha ileri yaşlarımda Hayalet Gemi dergisiyle ve o derginin kadrosuyla tanışmam, benim için çok çok önemlidir. İlk kitabımın çıkışı, ikinci kitabımın Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülmesi. “Bir de Baktım Yoksun adlı kitabımın aldığı iki değerli ödül ve sonrasında gelen “Kediler Güzel Uyanır” adlı kitabım. Sadece olaylar değil, tanıştığım insanlar, yolumu açan ve destek olan isimler. Sorunuzda tek bir olayı duymak istediniz biliyorum ama öyle değerli anlar ve kişiler var ki, tek bir an söylemem mümkün değil.
“Geri alamayacağımız tek şey zaman. Her saniyesine değer vererek yaşamaya ve böyle üretmeye çalışıyorum.”
Dijital platformda yayınlanan bir dizide oynadığınız bir karakterin söylediği şöyle bir söz vardı: “Güzel şeyler zaman alır ama dikkat et; fazla ertelersen zaman güzel şeyleri elinden alır.” Bu söz çok hoşuma gitmişti. Ertelemek çoğu kişinin problemi. Zamanın güzel şeyleri elimizden almasını istemiyorsak, disiplinli biri olarak çok erteleyenlere neler önerirsiniz? Bu disiplin nasıl sağlanır sizce?
“Ertelemek” modern hayatın önemli bir sorunu, hatta bireylerin sıradan eylemlerinden tat almasını bile zorlaştırıyor kimi zaman. Şu “disiplin” kavramı da bize çok köşeli, sert bir kavram olarak öğretildi çoğu zaman. Oysa disiplin, büyük hedeflerin peşinde koşarken değil, küçük adımlar atarken kazanılan bir olgu. Üstelik o küçük hedeflere ulaşmamızı sağlayan disiplinli adımlar, çok derin bir başarı hissi de veriyor. Disiplinli adımlar bir hedefe yürürken oluşuyor bence, demek ki hedeflerimizi iyi belirlememiz de önemli. Açıkçası ne kadar disiplinliyim bilemem, bunu biraz da çevreme sormak gerekir. Ama zaman konusunda, zaman yönetimi konusunda özenli ve dikkatli olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Geri alamayacağımız tek şey zaman. Her saniyesine değer vererek yaşamaya ve böyle üretmeye çalışıyorum.
Mutlaka okunmanız gereken kitaplar listesi yapsanız, ilk 3’ünde hangi kitaplar yer alır? Neden?
Bana her sorulduğunda kaçamak cevaplar veriyorum bu soruya. Değişmez, sabit bir liste oluşturamam. Çünkü her okur için, farklı dönemler farklı okumalar demektir. Hatta aynı kitabı, ikinci-üçüncü okuyuşlarımız bile farklı bir yolculuktur. Ama sizin için çok sevdiğim, değişik zamanlarda tekrar tekrar okuduğum üç kitabın adını anacağım. Cervantes’ten “Don Kişot”, Laurence Sterne’den “Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri”, Oğuz Atay’dan “Tutunamayanlar”.
“Belki Yaz Erken Gelir”le başladık, onunla bitirelim. Kitabınızı bir cümleyle bize anlatın desek, ne söylersiniz?
Hayat dediğin, bitmeyen bir bekleyiş.
Pop Quiz
Yazın erken gelmesi mi, yazın geç bitmesi mi?
Zamanında gelmesi, zamanında bitmesi.
Yazmak mı, sunmak mı, seslendirmek mi?
Hepsi beni ben yapan işler. Ama mutlaka yarıştırmak istiyorsanız, ipi yazmak göğüslesin.
Yazarken olmazsa olmazınız?
Defter, kağıt, kalem ya da bilgisayar. Yani yazabileceğim gereçler. Başka bir şey istemem.
Kaybetmekten en çok korktuğunuz şey?
Hafızam.
Bu zamana kadar kazandığınız en güzel şey?
Buna bir “kazanç” olarak bakmam, belki hayatın bana hediyesi demek daha doğru olur: Eşimin bana olan sevgisi.