preloader

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

22.11.2022
İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Yazı Boyutu:

İstanbul, tarihin farklı dönemlerine tanıklık etmek isteyenler için eşsiz bir şehir. Pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu şehirde farklı topluluklar yaşamış ve arkalarında adeta bir eser olan çeşitli yapılar bırakmış. Bu yapılardan bazıları efsanelere bile konu olmuş, üstelik yüzyıllardır da ayaktalar. Şimdi ise İstanbul dendiğinde akla ilk bu yapılar geliyor. İstanbul’un simgesel yapılarını keşfetmeye davetlisiniz.

Sultanahmet Camii

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

İstanbul’a gelenlerin mutlaka ziyaret ettiği yerlerin başında belki de ilk olarak Sultanahmet Camii gelir. İhtişamlı görüntüsünün yanında 6 minareli olarak inşa edilen ilk cami olan Sultanahmet Camii’nin yapımı 7 yıl sürdü ve 1616 yılında açıldı.

Sultan I. Ahmet tarafından Mimar Sinan’ın yetiştirdiği öğrencilerden biri olan Sedefkar Mehmet Ağa’ya yaptırılan cami, detaylarından 260 panceresinden sağlanan doğal ışıklandırmasına, kullanılan malzemelerden uçsuz bucaksız tavanına kadar herkesi kendisine hayran bırakıyor.

Cami duvarlarındaki mavi renkli İznik çinilerinden ötürü Mavi Camii olarak da bilinen Sultanahmet Camii’nin duvarlarında 21.043 adet İznik çinisi bulunuyor. 43 metre yüksekliğindeki merkezi kubbesinin çapı ise 23,5 metre. Minarelerde Sultan Ahmet’in 16’ncı Osmanlı padişahı olması sebebiyle 16 adet şerefe bulunurken Sultanahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biri. Külliye cami, hünkâr kasrı, sıbyan mektebi, medrese, arasta, hamam, dârüşşifâ (mescid ve hamamı ile), imâret-i âmire (mutfak, fırın, kiler, yemekhane), tabhâneler, han, dârülkurrâ, türbe, sebiller, çeşmeler, dükkânlar, odalar, mahzenler, kahvehane ve evlerden oluşurken bu yapılardan mahzenler, kahvehane, evler, dârüşşifâ (hamamı hariç), tabhâneler, hanla bir kısım dükkânlar ve üç sebil günümüze ulaşamadı. Sultan I. Ahmet’in mezarı da cami bahçesine bitişik bir biçimde inşa edildi.

İstanbul’un her yerinden görülmesi de amaçlanarak inşa edilen Sultanahmet Camii’nin tasarımı Osmanlı’nın cami, Bizans’ın da kilise mimarisinin eşsiz bir uyumunu gözler önüne seriyor.

Kapalıçarşı

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Öyle bir çarşı düşünün ki 110 bin 868 m²’lik bir alana yayılmış, 45 bin m² kapalı alanı, 65 sokak üzerinde 3.600 dükkânı ve 14 hanı bulunuyor. Beyazıt, Çarşıkapı, Çuhacıhan, Kuyumcular, Mahmutpaşa, Nuruosmaniye, Örücüler, Sepetçihan, Takkeciler, Tavukpazarı ve Zenneciler olmak üzere tam 11 kapısı bulunuyor. İçinde ise yok yok! Aktardan kuyumculara, dericilerden kumaşçılara, halılardan ayakkabılara, tarihi Türk el sanatlarından restoran ve kafelere kadar Türkiye’ye ve tarihine dair ne ararsanız var. İstanbul’a gelen yerli ya da yabancı her turistin uğradığı bu çarşıya giren kolay kolay çıkmak da istemiyor. Hanlar ve çarşının sokakları adeta tarih kokarken inşa edildiği 1460’larda burada yer alan dükkânları hayal etmek hiç de zor değil. Yapıldığı dönemlerdeki zenginlerin mücevher, kıymetli maden, kürk gibi değerli eşyalarının yanı sıra devlet hazinesinin büyük kısmı da çarşıdaki kasalarda muhafaza edilirmiş. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’deki anlatımına göre 17. yüzyılın ortalarında Kapalıçarşı’da 4.399 dükkân, 2.195 oda, 497 küçük dükkân, 2 lokanta, 12 hazine dairesi, 1 cami, 10 mescit, 1 hamam, 19 çeşme, 8 tulumbalı kuyu, 24 han, 1 mektep ve 1 türbe varmış. Günümüz çarşısında daha az dükkân olmasının sebebi ise bazı dükkânların 1894 depreminden sonra başlayan ve 1898 yılında biten tadilat sırasında çarşının dışında bırakılmış olmasıdır. Bu kadar büyük ve renkli bir çarşı film yapımcılarının da ilgisini çekiyor.

Bond’un şehrin çatılarından bir motosikletle geçmesiyle başlayan Skyfall’da, Ben Affleck’in birçok ödül alan tarihi draması olan 2012 yılında çekilen Argo’da ve Tom Tykwer’in yönetmenliğini yaptığı ve Haluk Bilginer’in de oynadığı Uluslararası adlı filmde Kapalıçarşı’yı görmek mümkün.

Kız Kulesi

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Tarihi M.Ö 410 yılına dayanan Kız Kulesi, Karadeniz’den gelen gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla inşa edilen bir kuleymiş. 1435 yılında, fetihten sonra ise Fatih Sultan Mehmet bayramlarda ve padişahların tahta çıktığı zamanlarda Kız Kulesi’nden top atışını gelenek haline getirmiş. 1600’lü yılların ortasından 1700’lü yılların ortasına kadar ise kule bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamış ve gemilerin yollarını aydınlatmış. 1830 ve 1831 yıllarında kolera salgınının yayılmaması için karantina hastanesine döndürülürken 1900’lerin başında gaz deposu olarak da kullanılmış. Radar istasyonu, siyanür deposu gibi farklı amaçlarla da kullanıldıktan sonra günümüzdeki turistik haline geçişi 2000 yılında restoran konseptini kazanmasıyla olmuş.

Pek çok tarihe tanıklık eden bir yapı olunca hakkında da birçok efsane dolaşır olmuş. Bunlardan en bilineni ise Kral ve Kızı. Bir falcı, kralın kızının yılan sokması nedeniyle öleceğini iddia eder. Bunu duyan kral, kızını korumak için kayalıklar üzerine kız kulesini inşa ettirir ve kızını bu kuleye yerleştirir. Kral kızına sepet içerisinde çeşitli yiyecekler gönderir ve bir gün meyve sepetinin içine gizlenen bir yılan kralın kızını zehirleyerek ölmesine neden olur.

Diğer bir efsane ise Battal Gazi hakkında. Şehrin karşısına konuşlanan Battal Gazi’yi gören Bizans tekfuru telaşlanır ve hazineleri ile beraber kızını bu kuleye saklar. Kuleyi ele geçiren Battal Gazi hem hazineleri hem de prensesi alır ve atıyla Üsküdar’ı aşarak yoluna devam eder. “Atı alan Üsküdar’ı” geçti deyiminin de bu olay üzerine ortaya çıktığı rivayet edilir.

Galata Kulesi

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

İstanbul’u izlemek için belki de en güzel noktalardan birisi Galata Kulesi. Üstelik tarihte de önemli roller oynamış, şu anda da yerli yabancı turistlerin ilgisini çeken büyüleyici bir yapı. Son dönemlerde video mapping için de kullanılan bu eşsiz kule gece ise ışıklandırmalarla dikkat çekici bir hale bürünüyor.

Bizans İmparatoru Justinianos tarafından MS 507-508 yılında inşa edilen Galata Kulesi, 1348-1349 yıllarında Cenevizliler tarafından yeniden inşa edilmiş. Osmanlı döneminde zindan olarak kullanılan kule sonrasında yangın gözetleme kulesine dönüştürülmüş. Gerek yangın gerek depremler yüzünden pek çok hasar alsa da düzenli olarak bakımı yapılmış. 2020 yılında ise tekrar restore edilerek yapıya sonradan eklenen betonarme unsurlar ve kafeterya kaldırılmış, kapıları müze olarak ziyaretçilere açılmıştır. Unesco’nun geçici miras listesinde yer alan Galata Kulesi, Hezârfen Ahmed Çelebi için de önemli bir yere sahip. 1632 yılında lodoslu bir havada Galata Kulesi’nden kuşlardan ilham alarak kendi yaptığı kanatlarla kendini boşluğa bırakan Hezârfen Ahmed Çelebi süzülerek Üsküdar’a iner. Doğruluğu konusunda net bilgiler olmasa da yıllar boyunca anlatılan bu hikâye Galata Kulesi’nin masalsılığını korumasına yardımcı oluyor. Hatta bir efsanede de bu konudan bahsediliyor.

Efsaneye göre Galata Kulesi ile Kız Kulesi birbirine aşıktır ama aralarındaki İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engeller. Galata Kulesi yıllarca aşkını mektuplara yazar. Hezarfen Ahmet Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için kuleye çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi’ne olan aşkını fısıldar ve mektupları ona verir. Rüzgarı arkasına alan Hezarfen, mektupları Kız Kulesi’ne ulaştırır. Aşkının tek taraflı olmadığını gören Kız Kulesi çok mutlu olur.

Kız Kulesi aşkını Galata Kulesi’ne anlatabildi mi bilemiyoruz ama belki siz kuleye çıktığınızda aşkının karşılıksız olmadığını söyleyebilirsiniz.

Ayasofya Camii

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Anka kuşu misali her seferinde bir küllerinden doğma hikâyesi aslında Ayasofya’nın tarihi. Çeşitli nedenlerle yıkılmış ya da zarar görmüş ve tam olarak aynı yere tam 3 kez inşa edilmiş.

Ayasofya’nın ilk inşaatı I. Konstantin döneminde başlatılmış. O dönemde ‘Büyük Kilise’ adı verilen bu yapının açılışı 360 yılında II. Konstantin döneminde gerçekleşmiş. 404 yılında başlayan isyanda çıkan bir yangında büyük ölçüde harap olmuş. İkinci Ayasofya ise İmparator II. Theodosius tarafından birincisinin üzerine inşa ettirilirken 415 yılında da ibadete açılmış. Ancak 532 yılında İmparator Jüstinyen aleyhinde çıkan Nika Ayaklanması’nda isyancılar tarafından yakılıp yıkılmış. Ayasofya en büyük yıkımlardan biri 1204’te 4. Haçlı Seferi’nde şehrin istila edilmesiyle yaşamış. Tüm şehirle birlikte Ayasofya da yağmalanırken ciddi hasar alan Ayasofya, İstanbul’da tekrar Doğu Roma idaresinin sağlanmasının ardından tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmış. Ancak bu çabalar da yetersiz kalmış ve çökmeler yaşanmış.

Fatih Sultan Mehmet döneminde camiye büyük özen gösterilirken bakımı düzenli olarak yapılmış ve sağlamlaştırılmış. Ayasofya’ya ilgi gösteren bir diğer padişah ise Sultan II. Selim olmuş. Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı için görevlendiren Sultan II. Selim, camiyi öyle sağlamlaştırmış ki depremlere rağmen bir daha çökme yaşanmamış.

Yaklaşık 7500 m²’lik bir iç alana sahip olan Ayasofya’nın iki katlı bir yapısı bulunuyor. 107 sütunu olan yapıda kullanılan sütunlar Ayasofya’dan daha eski. Bunun nedeni de sütunların Anadolu’daki çeşitli mabetlerden buraya getirilmesi. 916 yıl kilise olan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethiyle camiye çevrilmiş ve 482 yıl cami olarak kullanılmış. Atatürk’ün emriyle 1935 yılında müzeye dönüştürülen Ayasofya 2020 yılında müslümanların ibadetine açıldı.

Yüzyıllara meydan okuyan, felaketlere rağmen ayakta kalan Ayasofya’nın adı Aya (kutsal, azize) ve Sophos (bilgelik) kelimelerinden birleşimi olan kutsal/ilahi bilgelikten geliyor.

Ayasofya’yı özel kılan nedenlerden biri de camide doğan ve 16 yıl boyunca burada yaşayan kedi Gli. Önemli siyasi liderlerle bile fotoğrafı olan bu kedi 2009 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu ve dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın ziyareti sırasında çekilen bir fotoğraf karesine girdi. 2004 yılında doğan Gli, 2020 yılında hayata gözlerini yumdu.

Haydarpaşa Garı

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Asya ve Avrupa arasında vapur veya motorla yolculuk yaparken ihtişamlı bir yapı çarpar gözümüze. Aynı zamanda yıllar önce İstanbul’a trenle gelenlerin karşılaştığı görkemli bir binadır Haydarpaşa Garı. Pek çok ayrılığa ve buluşmaya şahit olan bu nadide eserin gar binası olarak kullanılması 1870’li yıllara dayanır. Adını Selimiye Kışlası’nın yapımında emeği geçen Haydar Paşa’dan alan Haydarpaşa Garı, neo-klasik bir yapı olarak öne çıkıyor. İki Alman mimar ve 1500 İtalyan taş ustasının iki yıllık çalışması sonucu 19 Mayıs 1908 tarihinde tamamlanıp hizmete girmiş.

5 katlı olan gar, 3.836 metrekarelik bir alana yayılırken Osmanlı döneminde yük ve yolcu istasyonu olarak kullanılmış. Doğu Ekspresi, Fatih Ekspresi, Başkent Ekspresi, Kurtalan Ekspresi, Haydarpaşa Garı’ndan kalkan ekspres hatların en bilinenleri olurken 2010 yılında çıkan bir yangın sonucu garın çatısının büyük kısmı yandı. Yenileme çalışmaları ise halen devam ediyor.

Topkapı Sarayı

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yılları arasında yaptırılan saray, sonraki padişahların eklemeleriyle günümüzdeki halini almış. Tarihi İstanbul Yarımadası’nda bulunan saray, 700 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş ve yaklaşık dört yüz yıl süreyle imparatorluğun idare, eğitim ve sanat merkezi, padişahların da ikametgâhı olmuş.

Hizmet ve koruma alanı, idarî merkez, eğitim alanı ve padişahların özel yaşam alanı olmak üzere 4 bölümden oluşan Topkapı Sarayı, yapıları birbirine geçişli dört avlu ve çevresindeki mimari yapılardan oluşuyor.

İlk avluda Aya İrini Kilisesi, Darphane, Fırın, Hastane, Odun Ambarı ve Hasırcılar Ocağı yapıları yer alır. Adalet Meydanı olarak da bilinen ikinci avlu, tarih boyunca pek çok törene sahne olmuştur. Bu avluda ayrıca Adalet Kulesi, Kubbealtı’nın yanında ise Harem Dairesi girişi, Zülüflü Baltacılar Koğuşu ve Has Ahırlar bulunur.

Enderûn Avlusu da denilen üçüncü avluda büyüklü küçüklü odalar, padişaha ait Arz Odası, Doğancılar Koğuşu (Şahinciler), Seferliler Ocağı, Kilerli Koğuşu, Enderûn Hazinesi ve Has Oda (Mukaddes Emanetler Dairesi), ayrıca Saray Okulu’na ait yapılar yer alır Son avlu olan dördüncü avluda da padişaha ait köşkler ve asma bahçeleri yer alır.

1924 yılında müze haline getirilen Topkapı Sarayı, aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk müzesi olma özelliğini taşıyor. Bugün Gülhane Parkı hariç yaklaşık 350 bin metrekarelik bir alan kaplayan Topkapı Sarayı, koleksiyonları ve yaklaşık 300 bin arşiv belgesi ile dünyanın en büyük müze-saraylarından biri olarak konumlanıyor.

Yerebatan Sarnıcı

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Yerin altında olmak hiç bu kadar heyecan verici olmamıştı!

Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan Yerebatan Sarayı, Bazilika Sarnıcı olarak da anılıyor. 1000 m² alanı kaplayan sarnıçta her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunuyor.

80 bin ton su depolama kapasitesiyle şehrin en büyük kapalı sarnıcı olan Yerebatan Sarnıcı, yüzlerce yıl şehrin su ihtiyacını karşılamış.

Yerebatan’ın en önemli simgesi olan Medusa başı kabartmalı bloklar ise 1985-1987 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı bakım onarım çalışmalarında keşfedilmiş. Medusa başlarından biri ters diğeri ise yatay olarak konumlanırken bu Medusa başları birçok efsaneye de konu olmuş.

Efsanelerden birinde siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücuduyla övünen Medusa, Zeus’un oğlu Perseus’u seviyordur. Athena da Perseus’u seviyor ve Medusa’yı kıskanıyordur. Bu yüzden Athena, Medusa’nın saçlarını yılana çevirir. Artık Medusa’nın baktığı herkes taşa dönüşecektir. Daha sonra Perseus, Medusa’nın başını keser ve onun bu gücünden yararlanarak pek çok düşmanını yener.

1987 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından müzeye çevrilen sarnıçta yıllar içinde pek çok etkinlik gerçekleştirildi. İBB Miras tarafından geniş kapsamlı bir restorasyon geçiren Yerebatan Sarnıcı, 22 Temmuz 2022 tarihinde ziyarete yeniden açılarak geçici sergiler, çağdaş sanat gösterileri, kültür sanat etkinlikleri ve dinletilere de ev sahipliği yapmaya başladı.

Dolmabahçe Sarayı

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Hem denizden hem karadan görünen, görkemli yapısıyla kendine hayran bırakan Dolmabahçe Sarayı İstanbul’un en güzel yapılarından biri.

Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu bölgenin aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında gemilerini karaya çıkardığı yer olduğuna inanılıyor.

Osmanlı döneminde denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy, 17. yüzyıldan itibaren doldurularak “Dolmabahçe” adıyla padişahların hasbahçesi olarak kullanılmaya başlandı. 19. yüzyıla kadar bu hasbahçe içinde yaptırılan ahşap köşk ve kasırlar topluluğu “Beşiktaş Sahil Sarayı” adıyla anıldı.

Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan ve inşasına 13 Haziran 1843’te başlanan Saray, 7 Haziran 1856’da açılmış.

Sarayda sırasıyla Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murad, Sultan II. Abdülhamid , Sultan V. Mehmed Reşad ve Sultan VI. Mehmed Vahideddin olmak üzere 6 padişah ile son Halife Abdülmecid yaşamış. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında aralıklarla sarayda kaldı, çalışmalarını buradan yürüttü ve burada vefat etti.

Osmanlı’nın önemli bir dönemine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına tanıklık eden bu Saray, 285 odası, 44 salonu, 68 tuvaleti ve 6 hamamının yanı sıra 14.595 m²’lik bir alan üzerine kurulmuş monoblok bina olarak Türkiye’deki en büyük saray konumunda.

Üç bölümden oluşan sarayın bölümlerine bakacak olursak padişahın ailesi ve kadın hizmetkarları ile beraber yaşadığı bölüme Haremlik deniyor. Sarayda yönetim merkezi olarak kullanılan bölüme ise Selamlık deniyor. 750 ışıkla aydınlanan ve toplamda 4.5 ton ağırlığındaki avizenin yer aldığı Tören Salonu’nda merasim, balo gibi etkinlikler yapılıyor.

Anıtsal kapıları bulunan Dolmabahçe Sarayı, süslü ve heybetli kapılarıyla sarayın ihtişamına uyum sağlıyor. 5’i kara ve 5’i deniz tarafında olmak üzere 10 kapının bulunduğu sarayda kapıların en görkemlileri Hazine Kapısı ve Saltanat Kapısı olarak kabul ediliyor. Kapılarda yer alan tuğralar ise Sultan Abdülmecid’e ait.

Sarayın dekorasyonunda Hereke halılar, Baccarat kristaller, Sèvres ve Yıldız porselenler, çeşitli devlet yöneticileri tarafından gönderilen armağanlar ve Batılı ressamların yaptığı tablolar kullanılırken bazı kaynaklara göre saray için 5.000.000 altın harcandığı söyleniyor.

Ortaköy Camii

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen yapı Ortaköy İskele Meydanı’nda yer alıyor ve Osmanlı mimarisinin son dönem eserleri arasında bulunuyor. Sultan Abdülmecid’in Boğaziçi’nin güzelleşmesi için yaptırdığı Ortaköy Camii’nin yapımı 1854 yılında tamamlandı. Mimarı ise Fransa’da mimari eğitim almış olan Nikağos Balyan. Barok mimarisi tarzında yapılan caminin dışında yoğun taş kabartması süslemeleri yer alıyor. İstanbul’da tarihi camiler arasında tek örnek olarak minare şerefelerinin altındaki iri kabartma akantus yaprakları altın yaldızlarla süslenmiş.

1894 depreminde büyük zarar görünce tamir edilen cami, 1960’larda yeniden çatlamaların oluşması sebebiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore edilmiş ve kubbe de yenilenmiş. Restorasyon çalışmalarında zemin takviye edilmiş, kubbe yenilenmiştir. 1984’te büyük bir yangın sonucu tekrar restore edilmiş. Bugün Ortaköy dendiğinde akla ilk gelen şeylerden biri olan Ortaköy Camii hem Boğaz’dan hem de karadan eşsiz bir görüntüye sahip olmakla birlikte köprünün tam önündeki konumuyla İstanbul’un sembol yapıları arasında yer alıyor.

İstiklal Caddesi

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

İstanbul sokak kültürünün belki de en markalaşmış bölgesi olan İstiklal Caddesi, tam ortasından geçen tramvayı, Türk ve Osmanlı’nın eşsiz damak tadını yansıtan restoranları dışında dünya mutfağından da önemli örnekler sunuyor.

Sinema ve tiyatro salonlarıyla, pasajları ve kitapçılarıyla saatler geçirilebilen bu cadde aynı zamanda gece de çok hareketli. Her kesimden her kültürden insanın bir şeyler bulabileceği İstiklal Caddesi turistik bölgelere olan yakınlığı ve dünyanın her yerinden gelen ziyaretçileriyle İstanbul’un en dikkat çeken caddelerinden biri.

Balat Sokakları

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

İstanbul’da masalsı bir yere gitmek isteseniz bu büyük ihtimalle Balat olurdu. Şehrin genel yapısından farklı olmakla birlikte renkli evleri, kapıları, merdivenleri ve sokakları, naftalin kokan dükkânlarıyla İstanbul’da olduğunuzu unutabilirsiniz bile. Birbirinden farklı konseptteki kafeleri, atölye ve sanat evleri, çarşıları ile şehrin koşturmacasından kaçmak ve zamanı yavaşlatmak isteyenler için Balat doğru adres.

Karaköy

İstanbul’un Simgesel Yapıları ve Sokak Kültürü

Üçüncü dalga kahvecileri, her beğeniye hitap eden müzik seçkileri sunan barları, klasikten moderne farklı damak zevklerine hitap eden kahvaltıcıları, graffiti ve resimlerle dolu olan duvarları ile sokak kültüründe son dönem öne çıkan bölgelerden biri Karaköy. Ayrıca 1860 yılında yapılan Fransız Geçidi de bu dikkat çeken bölgeye tarihi bir doku katıyor.

Modern mutfak seçeneklerinin yanı sıra pek çok geleneksel restorana da ev sahipliği yapan Karaköy, sanat galerileri ve müzeleriyle de dikkat çekiyor. Merkezi konumu ve deniz kenarında yer almasıyla Anadolu yakasına da yakın olan Karaköy’de çok kültürlü ticaret hayatının izlerini görülebiliyor. Bankalar Caddesi bunun en belirgin örneği. Osmanlılı bankerlerin ve yabancı müteşebbislerin inşa ettiği binalar, Karaköy’e adeta bir Avrupa şehri görüntüsü vermiş.

Birbirinden renkli mekânları, herkese hitap eden restoran çeşitliliği, tarihi dokusuyla Karaköy, İstanbul’un küçük bir versiyonu gibi.

Etiketler

OGGUSTO
OGGUSTO Tüm Yazıları