Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı Sergisi
Yazı Boyutu:
“Ben-Sen-Onlar”, sanat tarihi tarafından kaydedilmemiş kadınları tek tek fark etmenin yanı sıra, kolektif bir “biz”in oluşabilme koşullarını da araştıran bir sergi… 27 Mart 2022 tarihine kadar görebileceğiniz serginin küratörü Deniz Artun ile sohbet ettik.
Deniz Artun
Ben-Sen-Onlar oldukça alışılmadık bir sergi; Fahrelnissa Zeid, Aliye Berger, Mihri Müşfik gibi çok bilinen isimlerin yanı sıra, Safiye, Ruhiye gibi kim olduğu bile tam netleşemeyen sanatçıların eserleri var, hatta son katta hepsi yanyana sergileniyor. Serginin küratörü olarak siz de bilmediğiniz çok fazla ressam olduğunu belirttiniz. Sizin deyiminizle sergi “ben”leşmemiş dolayısıyla sanat tarihinde yer bulmamış kadınlara vurgu yapıyor. Neler söyleyeceksiniz bu konuda?
Sanat Tarihinin kimi kayıda geçirip kimi geçirmediği, kimi “büyük” ya da sizin deyişinizle “bilinen” kılıp kimi bilinmezliğe mahkum ettiği adil ya da estetik değerlere bağlı değil ne yazık ki. Aksine, pek çok sosyolojik değişken, son derece kuvvetli eserleri yutup yok edebiliyor ve belki o kadar da kuvvetli olmayan eserleri başyapıtlaştırabiliyor. Dolayısıyla sergi, bu büyük harflerle yazılan Sanat Tarihini bütünüyle unutmayı ve yerine en az eser sayısı kadar çok yeni tarihler yazmayı öneriyor. İzleyiciye, doğum-ölüm yıllarını dahi bilmediğimiz Safiye ile yaşam öyküsü defalarca kaleme alınmış, eserleri arşivlenmiş ve Tate’te dünya izleyicisinin önüne çıkmış Fahrelnissa’yı aynı duvarda, aynı katalogda görme fırsatını yaratıyor. Dolayısıyla, şayet iki sanatçı mukayese edilecekse bunun kriterlerini hem çoğaltıyor, hem eşitliyor. Ve aslında, kimseyi kimse ile kıyaslamamaya ve biricikliği fark etmeye davet ediyor.
Sergi 1.5 yıllık çok detaylı ve özeverili bir araştırmanın sonucu. Bu fikir nasıl ortaya 20 sanatçı ile başlayan bir yolculuk nasıl 117 sanatçı ve 232 esere ulaştı; bu araştırma nasıl derinleşti, eserlere nasıl ulaştınız?
Başlarken ortak fikrimiz “kızkardeşlik” üzerine bir sergi kurmaktı. Fakat zaman geçtikçe bu fikri ön planda tutmak pratik olarak olanaksızlaşmaya başladı. İçimize sinmese de başkaca yollara saparak ilerledik. Şimdi geriye doğru baktığımda, bizi bir sanatçı kadına götürenin, hep bir diğer sanatçı kadın olduğunu görüyorum. Birinin davetiyesinde bir başkasının adını görüyoruz, bir aile bir fotoğrafta bize yanındaki atölye arkadaşını da işaret ediyor ya da bir sanatçının anı kitabı içinde başkasının anılarını da barındırıyor. Dolayısıyla belki de başta kurduğumuz hayal o kadar da gerçekten uzak değilmiş diye düşünüyorum. Kadınlar kadınları bulduruyor. Bir elin parmakları kızkardeşler sayesinde yüzleri geçiyor.
Celile Uğuraldım
Bu araştırma sürecinde size en çok şaşırtan şey ne oldu?
Bizi en çok şaşırtan, bu sergide hiç bir başka eserini bulup sergileyemediğimiz, yaşadıklarına ve yarattıklarına dair yegâne kanıtı ellerinde tutan bir takım kurumların, o sanatçı kadınları tarihten yeniden yeniden silme pahasına kapılarını bize kapatmaları oldu.
{774415}
Hem görsel hem de kavramsal olarak Ben-Sen-Onlar sergisi üç katlı Meşher’i çok özel bir şekilde kullanıyor. Bize buradaki çıkış noktanız ve düzenleme ile ilgili bilgi verir misiniz?
Ben-Sen-Onlar sergisinin kapsamını belirlerken, Türkiye’de çağdaş sanatçı kadınların varlığının köksüz olduğunun altını çizmek istedim. Ancak Ben-Sen-Onlar sergisi bu tip bir tarihi yazmak iddiasında değil. Aksine yazılacak tarihin bir değil pek çok olduğunu hatırlıyor ve hatırlatıyor. Sergi, her bir kadının hatta her bir eserin alternatif tarihler kurabileceği “biz”e bir çağrı olarak görülebilir.
Meşher’in üç katına yayılan serginin giriş katı “Ben”, aynada kendi mütevazı varlıkları ile karşılaşan şöhretsiz kadınlara odaklanıyor. Serginin farklı köşelerine yerleştirilen aynalar, tek bir kadının birkaç yüzünü yakalamaya çalışıyor. Kadınların, tarihten kendi kendilerini sildikleri, adlarının üzerini bile bile karaladıkları da oluyor. Dolayısıyla ayna, bazen de, eskiz aşamasında terk edilmiş eserleri ya da kariyerleri bir dev aynasına yansıtmaya ve onları “büyütmeye” yarıyor.
Birinci kat “Sen”, yumuşak ve birleştirici olan öteki ile karşılaşmaları anlatıyor. Öncelikli “sen” olarak çocukları çağırıyor. Portrelerin ve otoportrelerin çoğu, anne olmanın ya da olmamanın deneyimi ve öznellik, aile olmanın tanımı ve şefkat, sanatçı olmanın gücü ve ölümsüzlük hakkında düşünmek üzere davet ediliyor. Ayrıca “sen”, anneliğin idealindeki kutsallık ile çıplaklığın ideasındaki tenselliği karşı karşıya yerleştiriyor.
İkinci kat “Onlar”, kadınlara başkalarının gözünden bakıyor. Çiçek, özellikle vazoda olduğunda, başkaları tarafından kadınlara yakıştırılan sıfatları taşıyor: duygusal, kırılgan, amatör ruhlu, sıradan, domestik ve dekoratif. Pek çok sanatçı kadın, kendisinden güvenli ve zarif olanı resmetmesi beklendiği için, ancak vazoda çiçekler boyayarak resim yapabiliyor. Sergiye, hiçbir öncelik gözetilmeden, neredeyse kendiliğinden saçılan çiçekler, şematik aile ağacının, çizgisel bir sanat tarihinin de alternatifini temsil ediyor.
Yıldız Moran
Sergi 1850-1950 dönemini kapsıyor, “Sanatçı Kadınların Yüzyılı” olarak adlandırılıyor ve kadınlara kendilerinin kahraman oldukları bir “yüzyıl” armağan ediliyor. Peki bu yüzyılın kadın sanatçıları kahraman olabilmek için neler yapmak zorunda, 1850’lerden bu yana neler değişti, neler değişmedi?
Bir sanatçı kadının var olabilmesi için, bir atölyesi, malzemeleri, onu destekleyen bir galerisi, eserlerini arşivleyen bir yayıncısı, değerlendiren bir eleştimeni, galeriden eserlerini, yayıncıdan kataloglarını satın alacak kişisel/kurumsal koleksiyonerleri olması gerekiyor. Bu zincirin sonsuz halkası 1850’lerden bu yana değil, belki on beşinci yüzyıldan bu yana birbirlerine sımsıkı bağlı. Oysa sanatçı kadınlar, değil tüm zinciri kırmaya yetecek tek bir halkadan, çoğu zaman bu ilişkilerin bütününden mahrumlar. Linda Nochlin bunu defalarca kayıt etti. İçinde bulunduğumuz zamanları farklı kılanın yukarıda saydığımız rolleri işgal eden kadınların varlığı olduğunu düşünüyorum. Olağanüstü küratör kadınlar, müze müdürü ya da mimarı kadınlar, yazarlar, eleştirmenler, galerici, koleksiyoner ve son derece farkında izleyici kadınlar var. Dolayısıyla galiba zincir her yerinden güçleniyor ya da belki her yerinden kırılıyor.
{772004}
Sergi açılışı öncesi artık hiçbiri aramızda olmayan eserlerin yaratıcılarının aileleri ile buluşulduğunu ve çok duygusal anlar yaşandığını biliyorum. Biraz onların bakış açıları, hissetikleri ve bunun sizde yarattığı duygular hakkında bilgi alabilir miyiz?
Aileler ile çalışmak tüm deneyimin en özel parçasıydı. Görünüşte yüzlerce isimden biri olan bir kadın, kendi ailesi için daima tek ve eşsiz. Sanıyorum, her ismin ve her eserin ayrı bir tarih kurabileceğinden, onlarla tanıştıkça, konuştukça iyice emin olduk. Şahsen benim için en duygusal anlar açılışta, ailelerinden iki kadının eserleri yanyana geldiği için o sırada tanışanlara tanıklık ettiğim anlar oldu. “Sanıyorum sizin babaanneniz ile benim teyzemin eseri şurada birlikte sergileniyor” diye birbirlerine tokalaşmak üzerine ellerini uzatanların etkisinden kurtulmak ne mümkün!
Melek Celal Sofu