preloader

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

05.03.2020
Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Yazı Boyutu:

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

33 uluslararası markanın temsilciliğini yürüten TEPTA Aydınlatma’da stratejik marka direktörü olarak görev yapan, Turkish Time dergisi tarafından iki yıl üst üste ¨Türkiye’nin en Yaratıcı 50 Profili listesinde gösterilen endüstri ürünleri tasarımcısı Özlem Yalım, Türkiye’de tasarımın farklı alanlarında çalışan ilk kadın tasarımcılarını OGGUSTO için yazdı.


Başlık ilginizi çekip de okumaya başladığınız için teşekkürler. Bu deyimin özellikle orjinali olan Latincesini paylaşmak istedim; Türkçesi: Sizden önceki devlerin omzunda yükselmek. İngilizcede, “Standing on the Shoulders of Giants” deyimi ile oldukça yaygın bir kullanımı var.

Bir ifadenin yaygınca kullanımı, o görüşün de ne kadar yaygın olduğunu anlatıyor kuşkusuz; bizde ise pek rastlamayız aslında bu deyime. Belki de deneyime inanmayan bir toplum olduğundandır; her şeyi baştan keşfetmeye meyilliyiz? bilemiyorum. Başkalarından aldığımız fikirleri ve görüşleri de öylece, olduğu gibi alıp kendimize mal etmeyi tercih ediyoruz. Oysa bu deyim daha fazlasını içeriyor.

İlk olarak 1159 yılında John of Salisbury tarafından Latince olarak kaleme alınan Metalogicon isimli eserde yer almış bu deyim. 20. Yy tarihçilerinin en önemli kaynaklarından biri olan bu eser, eğitim ve pedagoji üzerine yazılmış. Başkalarının işlerini alıp onların üzerine kendi kurgularını, düşüncelerini geliştirmesi ile nam salmış yazar, aslında bir övgüden bahsediyor. Kendinden önceki nesillerin çalışmalarını, üretimlerini, öğretilerini takdir etmekten, onlara gerekli değerin atfedilmesinden bahsediyor Salisbury bu bakış açısı ile. Yaptıklarımızın tümünü eğer bugün yapabiliyorsak, bizden öncekiler sayesinde yapabiliyoruz diyor. Oldukça geniş görülü, bu topraklarda pek rastlamadığımız türden bir tevazu değil mi?

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Bu nedenle yazıma bu deyim ile başlamak istedim. Bir tasarımcı olarak sizlere, kendimden önceki, aslında hepimizden önceki isimleri hatırlatmaya çalışacağım. Kadın tasarımcılarımızdan birkaç isim hakkında okumak, öğrenmek bana her zaman ilham vermiştir. Yukarıda bahsettiğim türden bir bakış açısını hayat görüşüm olarak benimsediğim için onların üretimlerinin ve varlıklarının kendi varlığım adına önemini sıkça düşünmüşümdür.

Bir kadın olarak, aslında çok da kadın/erkek ayrımında olan biri değilim. Dozu kaçmış bir cinsiyet ayrımcılığından da aslına bakarsanız haz etmiyorum. Feminist hiç değilim. Her cinsin kendine özgü özellikleri ve üstünlükleri olduğunu kabullensek, doğadaki her hücrede olduğu gibi o eşsiz evrensel uyumu yakalayabilsek ne hoş olurdu? Ama gerçekler böyle değil. Erkek egemen bir toplum düzeni, ataerkil kültür ve erkeğin kadınlardan daha güçlü olması ile ortaya çıkan ve yüzyıllar boyunca güçten saygınlığa evrilen bu üstünlük, kadınları dünyanın her köşesinde pek çok haksızlığa uğrayan bir cinsiyet konumuna sokmuş. Sadece tasarım alanında değil; hemen hemen tüm meslek alanlarında erkeklerin egemenliği bilinen, artık açıkça konuşulmaya başlanmış olan ve son yıllarda aşılmaya çalışılan bir gerçek. Bu eşitsizlikte, erkekler kadar hemcinslerimin de farklı açılardan sorumluluğu olduğunu da not düşmeden geçemeyeceğim; ne var ki başka bir yazı konusu işte !

Tasarım alanında da bu böyle. Kadın meslektaşlarım tasarımcılığın getirdiği zorlu ve çetrefilli koşullara erkeklere göre daha az uyum gösterip, çalışmalarını sahadan çok akademik çalışmalara yönlendirmişler. Pek çok tasarım ofisi aslında kadın ve erkek ortaklarla omuz omuza yürütülürken, sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde de bu işbirliklerinde kadınlar hep bir adım geride durmayı tercih etmiş; sebeplerini bir kadın olarak elbette anlıyorum. Kadın, doğal olarak daha merhametli bir varlık ve bu merhameti çok yönlü düşünebilme kapasitesinden, büyük resmi görmeye odaklı olmasından ve empati becerilerinin çok gelişkin olmasından kaynaklanıyor. Bunların hepsi doğanın kodları. Bu genetik alt yapı, kadının bu özellikleri ile daha saygılı bir varlık olmasını da beraberinde getiriyor. Birlikte çalıştığı erkek ortağı, çoğunlukla da aynı zamanda eşi ise, elbette bu sözünü ettiğim kadınlık dürtüleri, saygı ile eşinin bir adım gerisinde durmasını ona şartlıyor olabilir. Mücadeleci olmayı bırakıyorsa bir kadın, büyük resimde daha fazlasını görebildiğinden, artıları ve eksileri daha uzun vadeli hesap edebildiğinden ve doğal olarak savaşçı ruhu baskın olmadığındandır. Kimilerimiz bu gösterdiğim tablonun dışındayız, diğer yandan pek çoğumuz da hem doğanın hem de toplumsal bakışın içerisinde aslında hep aynı kapıya çıkan gerekçelerle erkeklere göre daha geride kalmış olabilirler.

Böylesi bir tabloda, tasarım alanındaki öncü isimleri bulmakta, ayırt etmekte epeydir zorlanıyorum. Tasarıma dayalı yüksek öğrenimlerin geçmişi ülkemizde 70’li yılların başına dayanıyor. Aslında hepitopu elli yıllık bir geçmişten söz ediyor olsak da tasarım alanındaki ilk kadınları arayıp bulmak samanlıkta iğne aramak gibi bir şey doğrusu.

Grafik tasarım alanında arayışa geçtiğimizde, tüm dünyada olduğu gibi grafik tasarımcı olarak anılan isimlerden önce bu işin hayata geçtiği yer olan matbaalardaki isimlere veya hattatlara rastlıyoruz. Sanatçılık tarihsel bakımdan daha köklü ve bilinen bir kavram olduğu için de bu kişiler çoğunlukla “ressam” olarak anılıyor. Desen ressamı, reklam ressamı, gazete ressamı gibi.

Belge toplama, arşivleme ve sunma konusunda kuşkusuz Türkiye’de günümüzün en önemli kurumlarından biri olan Salt’ta açılan bir sergi sayesinde fark ettiğim isim, Sabiha Rüştü Bozcalı, kendini Türkiye’nin ilk Kadın illüstratörü olarak ifade ediyordu.

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Hali vakti yerinde olan bir ailenin çocuğu olarak 1903 yılında doğan Bozcalı’nın resme olan yeteneği küçük yaşlarda fark edilmiş; özel dersler sonrasında ise eğitimini yurt dışında alarak pek çok önemli isimle birlikte çalışma fırsatı yakalamış.

Ressam olan Bozcalı, 30’lu yılların sanat dünyasının da öncü kadın isimlerinden biri.

Tasarım ile anılması ise, aynı zamanda akrabası olan Memduh Moran’ın kendisine yönelttiği işler ile aynı yıllarda başlıyor. O dönemde çeşitli firmalar ve kurumlar için ambalajların, afişlerin üzerlerine resimler çiziyor, takvimler ve panolar tasarlıyor. Pek çok gazete ve dergi için illüstrasyonlar çizen Bozcalı’nın sanırım hatırlanabilecek en önemli eserlerinden biri Yapı Kredi Bankası ile özdeşleşen leylek görseli olmuştur.

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Tasarım ile ilgili okulların mezunları 70lerin sonrasında ortaya çıktıkları için, 50’li 60’lı yılların ortamında, Bozcalı’yı ilk kadın grafik tasarımcılar arasında anmak mümkün olabilir; kuşkusuz pek çok isim daha vardır beraberinde, ne var ki sadece kayıtlar değil mi hafızamızı oluşturan? Bozcalı kayıtlarda rastladığım tek tük isimlerden biri.

Ürün tasarımı alanında ise geçmişten gelen isimleri araştırmak çok daha zor. Çünkü ürün tasarımı demek, çevremizdeki her şey demek. Gerek yüksek öğrenimin başladığı yıllardan önce gerekse sonrasında, dekoratörlerin yanında, mobilya atölyelerinde, dokuma atölyelerinde, zanaatkarların yanında kim bilir hangi kadınlar hangi eşyalara dokundular ve neyi nasıl tasarladılar; bilmiyoruz.

Bu bakış açısı ile bakıldığında belki de coğrafyamızın en eski kadın tasarımcıları, kilim dokumacılarıdır. Bilirsiniz, kilim desenlerinin her biri kültürel bir birikim ile tarihten bu yana süregelmiş, dokumacıların ellerinde şekillenmiştir. Kilim dokumacılarını anmak istememdeki sebep, onların seramik veya cam üzerine boyama yapanlardan biraz daha farklı olmaları; ortaya çıkan ürünü, yani kilimi bizzat kendi elleri ile üretiyor olmaları tabi. Her bir kilimin kendi hikayesini anlatan bir nesne olması, mekanlarımızın vazgeçilmez nesnelerinden biri olması bu eşyayı tasarım nesnelerinin en üst sıralarına yerleştiriyor bana göre.

Kilimi çağdaş bir ürün olarak düşünmemize sebep olan isimlerden belki de en önemlisi de bir kadın: Belkıs Balpınar. 1941 yılında doğan ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu olan sanatçı, sözünü ettiğim halı ve kilim dünyasında yaptığı araştırmalar ve hazırladığı yayınlarla değerli katkılar sunmuş bir isim. Ancak onun en büyük katkısı, geleneksel dokuma anlayışından yeni bir bakış açısı türetmiş ve bu yeni alanda da eşsiz üretimler gerçekleştirmiş olması bana göre. Çalışmalarını Bodrum’da sürdüren Balpınar’ı bugün bir tasarımcıdan çok bir sanatçı olarak anıyoruz; kendi de üretimlerini “artkilim” olarak adlandırıyor. Bu eşsiz eserler dünyanın önemli noktalarında, değerli koleksiyonerlerin eserleri arasında bulunuyor. Üretimin tekniğin ve estetiğin buluştuğu bu işler pekala çağdaş tasarım tarihimizin öncülerinden ve değerli bir alanı oluşturmakta.

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Teknik, üretim ve estetik penceresinden baktığımızda, sanat alanından tasarıma uzanan çalışmaları ile başka bir öncü kadın hemen aklımıza düşecektir: Alev Ebuzziya.

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

1938 doğumlu olan Ebuzziya, yine Güzel Sanatlar fakültesinden mezun bir heykel sanatçısı aslında. Füreya Atölyesi’nde başladığı seramik çalışmalarını Eczacıbaşı fabrikalarında devam ettiren ve 1969 yılında Kopenhag’da kendi atölyesini açan sanatçı, 1987 yılından itibaren çalışmalarını Paris’ten sürdürüyor. Kendi özgün imzası haline gelen ve çalıştığı alanda oldukça zor bir üretim hassasiyeti gerektiren seramik formları bugün dünyanın pek çok koleksiyonunda bulunan eserler arasında. Alev Ebuzziya, sanat alanındaki eşsiz imzası ile olarak Koleksiyon markası için hazırladığı bir seri ile cam üretimine taşımış ve bu iş birliği çerçevesinde karaflar ve çanaklar tasarlamıştı. Sonrasında sanatçının çizgisinden çıkma pek çok eser de belleğimizde yerini aldı. Ebuzziya elbette tasarım tarihindeki ilk olarak anılacak kadın tasarımcılardan biri değil ancak gerçekleştirdiği üretimlerle ve kendine has çizgisi ile sanattaki birikimini tasarım dünyasına ilham verecek biçimde taşıyabilmiş, yaratıcı düşüncesine kesintisiz olarak devam etmiş; halen de etmekte olan köklü bir isim.

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Mimarlık alanında 1934 yılında Akademi’den mezun olan Münevver Belen, Türkiye’nin ilk kadın mimarları arasında anılan önemli bir isim. Yine aynı yıllarda akranı olan Leman Cevat Tomsu ile hem arkadaş oldukları hem de birlikte proje ürettikleri belirtiliyor. Dönemlerindeki öncü erkekler ile birlikte çalışmış olsalar da isimleri günümüze o kadar güçlü bir biçimde ulaşmış değil. Örneğin, Tomsu’nun asistanlığını üstlendiği Emin Onat’ın ismini hepimiz daha çok duymuş olabiliriz; elbette bunda üretimlerinin de etkisi vardır.

Birlikte yarışmalara da katılan Belen ve Tomsu, dönemlerinde meslek alanlarında az sayıda kadın olduğu için ayrıca önem taşıyor, dikkat çekiyorlardı. Belen’in eserlerinden örnek vermem gerekirse, açılan yarışmayı kazanması sonucu inşa edilen Bursa Halkevi binasını belirtebilirim. Bursalılar kentin merkezinde yer alan bu binayı günümüzde Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu olarak anımsayacaklardır.

Nanos Gigantum Humeris Insidentes

Konuya, sadece var olma tarafından değil; katma değer sağlama, yenilik sunma, üretimlerini ve çalışmalarını sürekli kılma, ardından gelen nesillere kapı açma gibi bir perspektiften baktığımı sanıyorum paylaşabildim.

Tasarım alanlarının mesleki anlamda isimler kazandırması, ancak 70’li yıllardan itibaren rastladığımız bir durum. 80’li yıllara geldiğimizde mimarlık, şehir planlama, iç mimarlık, grafik tasarım, endüstri ürünleri tasarımı alanlarında öne çıkan ve ilham veren pek çok kadın ile karşılaşıyoruz. Hepsinin farklı ürün ve üretim alanlarında gerçekleştirdikleri işler benim gibi 90’lı yılların kadınları için son derece ilham verici, cesaretlendirici ve yol gösterici olmuştur. Bir bakıma meslek yaşamımda ne başardıysam onların omuzlarında yükselerek sağlamışımdır.

Umarım bizler de bizden sonraki nesillere aynı gücü ve ilhamı verebilelim 😉

OGGUSTO
OGGUSTO Tüm Yazıları